9 Ocak 2010: Bu sabah ilk defa erken kalkmıyoruz; çünkü kalkıp bir yere yetişmek için nedenimiz yok. Dışarısı berbat görünüyor zaten. Pencereden denize bakınca dev dalgaları, gökyüzüne bakınca da gri bulutları görüyoruz. Sanki sihirli bir el biz uyuduktan sonra iklimi değiştirmiş gibi, önceki günden eser yok. Palmiye dalları yerlere eğiliyor rüzgardan. Balkondan başımızı uzatıp merakla baktığımız insanların üzerlerinde montlar, yağmurluklar var. İçimize mayoları giymemizde ısrar ediyorum. Baran’la bir süre çekiştikten sonra onu ikna etsem de mayo üzerine montları giyip aşağıya iniyoruz. Kahvaltı edelim belki bu arada hava düzelir az biraz umuduyla açık büfeye dalıyoruz yine. Aynı yiyecekler, aynı turistler, aynı çalışanlar.
Sonrasında inceden yağmurun başlamasına rağmen sahile atıyoruz kendimizi. Denize girmiş birkaç kişi, sahildeki bayrakların* değiştirilmesi ile sudan çıkıyor. Böylece benim denize girme planlarım da suya düşüyor. Öyle bir rüzgar var ki, şezlonglar hızla toparlanıyor, sahilde incik boncuk satan tezgahlar uçuyor. Bense sinir olmuş bir şekilde şansımıza söyleniyorum Londra’ya döndü burası diye. Su öyle ılık ki, ama ben yüzemiyorum. Nazar değdi bak herşey güzel gidiyor tatilde diyorduk diye yakınıyorum. Sonunda yağmur altında yalın ayak bir sahil yürüyüşü ile yetinip otele dönmeye ikna ediliyorum Baran tarafından.
Otel lobisi tıklım tıklım dolu. Birer kahve alıp havuz kenarındaki şemsiyelerin altına giriyoruz yağmurdan korunmak için. Ne yapılır burada diye zaman geçirecek birşeyler düşünürken birden havuza doğru hızla koşan bir hayvan uzun bir sıçrayışla havuzun sularına dalıyor. Dipten bir süre yüzdükten sonra yüzeye çıkıp havuzun su boşaltım deliklerine çıkıyor. Kediye benzer bu hayvanın ne olduğu konusunda kararsızız. Tipi kedi; ama bildiğimiz kadarıyla kediler su sevmez, kendi kendine suya atlayıp yüzen kedi görmemiştik hiç şimdiye dek. Fotoğrafını çekip bir otel görevlisine soruyoruz bu kedi mi diye. ‘Evet kedi, önemli değil, zarar vermez” diyor. Oldukça şaşkınız kendi rızasıyla havuza atlayan bir kedi gördüğümüz için. Ben hava öğleden sonra açar mı hesapları yaparken, Baran da “Kedi kendine en güvenli yer olarak orayı seçtiğine göre büyük bir fırtına geliyor, yürü odaya gidelim” diyor. Odaya çıkıp uyumak ve televizyon izlemekten başka şansımız yok bu turist cenneti cehenneme dönerken.
Amerikan televizyon kanallarında, Florida’da havanın kötüleştiğini, insanların ilk kez yağmurluk giyecek kadar sert havayla karşılaştıklarını anlatıyorlar. Daha dün Varadero tatilini bir gün uzatmayı düşünürken, şimdi ise iyi ki yarın Havana’ya gidiyoruz diye rahatlıyorum. Hemen Lonely Planet’ten bulduğumuz casa’ları telefonla arıyor Baran, son iki gecemize kalacak yer ayarlamak için. Ama ne mümkün yer bulmak, Evora dahil, birçok aradığımız ev dolu. Havana’daki günleri ayarlamamız daha iyi olurmuş önceden demek ki; ama baştan nerede ne kadar kalacağımız belli değildi ki. Onlarca görüşme sonrası nihayet bir casa sahibi ayrılacak müşterisi olduğunu söylüyor ve adresini veriyor.
Hala hava açacak gibi görünmüyor. Baran film izlerken uyuyakalıyor. Ben de Küba tatilimizle ilgili notlar alıyorum düşündükçe aklıma gelen, belki dönünce bloğuma yazarım ilerde okur hatırlarız diyorum. Sonra ben de uyukluyorum sıcacık yatakta kıvrılıp bir saat kadar. Aslında fena da olmadı bu hava, ilk kez günlerdir koşturmuyoruz bir yerden bir yere. Karnımız kazınıyor uyku sonrasında ve kat kat giyinip aşağıya iniyoruz akşamüzeri çayı için. Lobi hala kalabalık, herkes bina içerisinde. Müzisyenler getirilmiş insanları oyalamak için. Bir kısım turist şimdiden sarhoş, tabii uyumak ve içmekten başka birşey yok yapacak. Oteldeki turizm ofisinden ertesi günün Viazul biletini alıyoruz Havana’ya dönmek için. Pizzacıda vakit geçirip, odaya çıkıyoruz tekrar. Trinidad’tan aldığımız kartpostalları yazıyoruz ailelerimize ve kendimize. Bu kartları satın aldığımız kadın, Havana’dan postalayın daha çabuk ulaşır, bir ayda varır diye önermişti. Saatin erken olmasına rağmen kararan hava içimizi bayıyor. Biz de giyinip süslenip son Varadero eğlencesine iniyoruz.
Sınırsız yemek sonrası lobide sınırsız eğlenceler başlıyor. Tüm müzisyenler, animasyon ekipleri ve yarısı sarhoş müşteriler toplanmış. Gösteriler ve dans yarışmaları başlıyor. Bilindik komiklikler sıralanıyor tekrar tekrar. O sırada bizi şaşırtan birşey oluyor. Yarışmaya katılan otel müşterilerinden Dominik Cumhuriyeti’nden orta yaşlı ufak tefek bir bayanın, seyirciler arasından dans için eş seçmesi gerekiyor. O da gidip kocasını seçiyor. Animasyon ekibi eşlerin nereli olduklarını soruyor. Dominikli bayanın eşine sıra gelince adam “Kübalıyım” cevabı veriyor ve o an ortalık karışıyor. Hemen mikrofonu tutan kişi eşiniz gibi Dominiklisiniz yani diyerek panikliyor. Seyirciler alkış tutuyor. Adam Dominikliyim diye lafı çeviriyor. Anlıyoruz ki otellerde Kübalılar’ın kalması yasak. O adam da Dominik Cumhuriyeti’nde yaşadığı için biraz da eşi sayesinde kalabiliyor burada. Bu olay dışında pek birşey olmuyor gece de. Calle 62’de de hayat yok, üç tarafı açık olduğundan. Yaşayarak öğreniyoruz ki, tropik ülkelerde hava yağmurlu, serin ve rüzgarlı iken yapacak pek birşey yok; tabii turistseniz...
* Varadero Plajı: Bembeyaz kumlu Varadero plajı, Karayipler’ın en güzel plajı olarak geçiyor tatil rehberlerinde; ama güvenlik kurallarına uyarsanız. Sahil güvenlik ekipleri sıklıkla yer alıyor 20 kilometre uzunluğundaki plaj boyunca. Denize girerken ve yüzerken sahildeki bayrakların renklerini kontrol etmeniz gerekiyor. Kırmızı bayrak; kesinlikle denize girme, sarı bayrak; denize girebilirsin ama dikkatli ol ve derinlere gitme, yeşil bayrak; denize giriş serbest.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder