Bana Ders Oldu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bana Ders Oldu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
27 Haziran 2018 Çarşamba
Ömür Boyu Annesiyle Yaşayan Erkekler
Evlenmeden önce yıllarca kocamın ailesinin evine girip çıkmıştım. Evet, evlenene dek ailesiyle yaşamıştı. Evin en küçüğü olduğundan belki de hiç ayrı eve çıkmayı istemedi, dillendirmedi. Ekonomik sebepler bir yana işe girince de onlarla yaşamaya devam etti.
Annesi bazen laf olsun diye sorardı 'Bir ekmek kaç para?' diye... Rahat tabii, hem erkek yani kimseye hesap vermiyor eve geç dönerken. İstediği yere istedikleriyle tatile gidiyor. Hem de evde hazır yemek her daim var. Arkası toplanıyor, çamaşırı-bulaşığı yıkanıyor. Niye çıksın ki ayrı eve?
Evlenince mecbur çıktık tabii...
Evlerine sıklıklıkla gidip geldiğimden; annesi teyze, babası amca olduğundan bana, bol bol çekişmelerine de kulak misafiri oldum. 'Öff anne' gibi... Hangimiz annemizin dırdırını işitmedik ki? Hangimiz annemize 'Off sonra yaparım' demedik ki? Ya da hangimiz şimdi çocuklarımızdan öyle laflar yemiyoruz ki?
Neyse evlenip eve çıkınca, sevgili kişisi olarak evlilik hayatına başlayan ben yavaş yavaş eş, hayat arkadaşı ve çocuklarının 'annesi' oluverdim. Onların annesi olunca otomatikman bizim kocanın da annesi gibi oldum. Çünkü çocukların arkasını toplarken onun da arkasını toplamak durumunda kaldım; örneğin misafir gelecek. Eşyaları salonda koltuk üzerinde... Öyle mi kalsın? Ya da bulaşık makinesini çalıştıracağım kahve fincanları çalışma masasında kalmış... Elbette onunkileri de söylenerek toplamaya başladım zamanla. Çocuklara söylenirken ona da söylenmeye başladım... Evet, şu an gençliğinde annesinin yaptığı dırdırı şimdi ben yapıyorum. Çünkü bizi bu hale kendisi getirdi.
Hiç mi yardımcı olmuyor? Oluyor elbette. Dedim mi yapıyor örneğin. Demedim mi bir mühendis olarak bulaşık makinesine bardakları ters değil düz yerleştirebiliyor. Binlerce kez makine boşalttığı halde, yerleştirme kısmına kafa basmıyor.
Peki amaç şu; ben şimdi bir erkek evladı yetiştiriyorum. Neyi doğru yapsam da bizimkinin karısı çemkirmese, kapı önüne koymasa oğlanı diye düşünüyorum. Oyuncakları ve odasını toplama işini veriyorum; ama yemekleri yere döküp saçtı mı kızıyorum. Dökülenleri temizletiyorum. Kıyafet seçme becerisi hiç yok; onu bu konuda cesaretlendirmeye çalışıyorum. Evde değil; ama okulda düzenli, tertipli bir çocukmuş. O kısmı eve de uyarlamak için çabalamaya başlıyorum. Yoksa ileride yandı!
Ağaç yaşken eğilir ya da soy çıkar huy çıkmaz mı?
Ben de üniversite çağında kapının önüne koyarım ne o öyle evlenene dek benle mi oturacak? Zaten evlenmez de bu yeni nesil!
Etiketler:
Bana Ders Oldu,
Çocuklu Hayat,
Kadın,
Sorunsal
20 Temmuz 2017 Perşembe
Evimde Böcek Olamaz!
Az önce banyodan çıktım bir de baktım banyo kapısında bir böcek... Banyoya daldı.
Hay Allahım! Ben böcek gördüm mü orayı terkedesim gelir, bir daha gelmeyesim gelir, kaşınırım sırtımda mı o, ayağıma mı çıktı, kafama, saçımın içine mi girdi diye tiksintiden ölürüm. Hep İzmir'de çocukluk geçirdiğimden bunlar...
İzmir'de yaz gecesi susarsın, su içmeye kalkarsın, mutfak lambasını yakarsın ve onlarca hamam böceği ya da nam-ı diğer karafatma gezinir ortalıkta. Uçanı bile vardır. Su içmek için bardağı aldığın dolapta, belki de bardağın içinde gezmiştir az önce... Iyk... Üstelik ev 4üncü kattadır, apartman yenidir, annen her gün mutfağı ovalamadan yatmaz; ama gene de bu böcekler yolunu bulur burnunun dibine gelirler. Bir de babaannemin eski tek katlı, bahçeli evinde kalırsam... Off sorma!
İşte ben her böcek gördüğümde çocukluğumun bu iğrenç anlarına giderim. Neyse ki evimizde fazla eşya olmadığından banyo kapısında çarpıştığım böcek 'Aman Tanrım nereden girdi bu? Nasıl eve geldi? Kesin kocamın kapı önünde duran valizinden çıktı. Amerika'dan eve böcek getirdi. Ne idüğü belirsiz böcek!' diye düşünürken ve ne yapacağımı bilemezken baktım açık alandaki fayansta yürüyor.
Aldım elime ayağımdaki terliği, küt!... Kusura bakmasın, haneye tecavüz... Ben evde kara sinek gördüm mü deliren kadınım. Çocuklar bile alıştı; 'Anne sineği öldürebildin mi?' diye dalga geçiyorlar. Neyse...
Kader ki beni Çevre Mühendisi yaptı. Yaptı da, yıllar sonra İzmir'in sokaklarına kanalizasyon projesi yapacağım diye; o kanalizasyon kapağını kaldırınca altında binlerce karafatmanın kaçıştığını gördüm. İzmir'le ilişkimi bitirdim o an.
Konu budur.
Kesin o böcek şu valizden çıktı, benim evimde, dolaplarımda, yatak altlarında asla böcek olamaz. Yakarım ulan! Öldürürüm topunuzu!...
Hay Allahım! Ben böcek gördüm mü orayı terkedesim gelir, bir daha gelmeyesim gelir, kaşınırım sırtımda mı o, ayağıma mı çıktı, kafama, saçımın içine mi girdi diye tiksintiden ölürüm. Hep İzmir'de çocukluk geçirdiğimden bunlar...
İzmir'de yaz gecesi susarsın, su içmeye kalkarsın, mutfak lambasını yakarsın ve onlarca hamam böceği ya da nam-ı diğer karafatma gezinir ortalıkta. Uçanı bile vardır. Su içmek için bardağı aldığın dolapta, belki de bardağın içinde gezmiştir az önce... Iyk... Üstelik ev 4üncü kattadır, apartman yenidir, annen her gün mutfağı ovalamadan yatmaz; ama gene de bu böcekler yolunu bulur burnunun dibine gelirler. Bir de babaannemin eski tek katlı, bahçeli evinde kalırsam... Off sorma!
İşte ben her böcek gördüğümde çocukluğumun bu iğrenç anlarına giderim. Neyse ki evimizde fazla eşya olmadığından banyo kapısında çarpıştığım böcek 'Aman Tanrım nereden girdi bu? Nasıl eve geldi? Kesin kocamın kapı önünde duran valizinden çıktı. Amerika'dan eve böcek getirdi. Ne idüğü belirsiz böcek!' diye düşünürken ve ne yapacağımı bilemezken baktım açık alandaki fayansta yürüyor.
Aldım elime ayağımdaki terliği, küt!... Kusura bakmasın, haneye tecavüz... Ben evde kara sinek gördüm mü deliren kadınım. Çocuklar bile alıştı; 'Anne sineği öldürebildin mi?' diye dalga geçiyorlar. Neyse...
Kader ki beni Çevre Mühendisi yaptı. Yaptı da, yıllar sonra İzmir'in sokaklarına kanalizasyon projesi yapacağım diye; o kanalizasyon kapağını kaldırınca altında binlerce karafatmanın kaçıştığını gördüm. İzmir'le ilişkimi bitirdim o an.
Konu budur.
Kesin o böcek şu valizden çıktı, benim evimde, dolaplarımda, yatak altlarında asla böcek olamaz. Yakarım ulan! Öldürürüm topunuzu!...
3 Eylül 2016 Cumartesi
Hala da Düşünüyorum...
Bu aşağıdaki yazıyı 3 sene önce yazmışım:
İşi-gücü bırakıp oğluma bakmak için evde kalmayı tercih ettim; ama doğru mu yaptım diye düşünüyorum...
Oğluma yeteri kadar sevgi verebiliyor muyum diye düşünüyorum...
Büyüyen, kendini birey olarak görmeye başlayan oğlumu doğru kalıplara sokmak için kendim stres içinde boğuluyorum diye düşünüyorum...
Hayat boş, anı yaşa dediğim zamanlarda doğru mu yaptım diye düşünüyorum...
Küçük ayrıntılara o kadar takıyorum ki, olayın bütününü görmüyorum diye düşünüyorum...
Kendime yeterince zaman ayıramadığım için mutsuz oluyorum diye düşünüyorum...
Oğlumun, ev işlerinin, sorunların ve hayatımın kaynağını babasına yüklüyorum diye düşünüyorum...
Sorunlu bir çocukluk mu geçirdim acaba diye düşünüyorum...
Neden herşey bu kadar ters gidiyor diye düşünüyorum...
Acaba gün gelir de oğlum bana karşı tavır alır mı diye düşünüyorum...
Hayatta kimse beni oğlum kadar sevmiyor (1-2 yaş civarı için konuşuyorum) diye düşünüyorum...
Oğlum doğduğundan beri eşim beni eskisi kadar sevmiyor mu acaba diye düşünüyorum...
Ya gün gelir de eşimle yollarımız ayrılırsa oğlum ne yapar diye düşünüyorum...
Oğlumu iyi bir insan olaran yetiştiriyor muyum diye düşünüyorum...
Kızgınlık anımda oğluma söylediklerimi ilerde hatırlar mı acaba diye düşünüyorum...
Hayat çok çabuk geçiyor artık diye düşünüyorum...
Kendimi nasıl daha sağlıklı ve mutlu yaparım diye düşünüyorum...
Neden bu bloğa yeteri kadar yazı yazmıyorum diye düşünüyorum...
Neden hiçbir şeye vaktim yok benim diye düşünüyorum...
Uyumayı çok seven benim gibi bir insan neden çocuk sahibi olur diye düşünüyorum...
İkinci çocuk lafı ederken acaba altından kalkabilecek miyim diye düşünüyorum...
Neden hep kendimi yalnız hissediyorum diye düşünüyorum...
Oğlumu aktiviteden aktiviteye koşturturken abartıyor muyum diye düşünüyorum...
Kreşe başlaması için erken mi acaba diye düşünüyorum...
İki sene nasıl da çabuk geçti diye düşünüyorum...
Oğlum hiç büyümesin diye düşünüyorum...
Zaman dursun artık, yaşlanmayayım diye düşünüyorum...
Etrafımdaki sevdiklerim de yaşlanmasın diye düşünüyorum...
İyi bir insan olmak için çabalıyor muyum diye düşünüyorum...
Oğlum bizimle uyusa ne olur ki diye düşünüyorum...
Neden kilo veremiyorum diye düşünüyorum...
İnsan çok fazla sevdiğine nasıl kızabilir diye düşünüyorum...
İkinci çocuğum olur da olursa ilki kadar sever miyim diye düşünüyorum...
Şimdi ise son madde dışında hala aynı şeyleri düşündüğümü farkediyorum. Oğlumun kaygılarına ilave kızınkiler de başladı. Beni en çok seven ise yaşı itibarı ile oğlum değil artık kızım olsa gerek. Yalnızlıktan sıkılmıyorum, aslında artık yalnız kalmak istiyorum diyorum :)
Bu birkaç cümle haricinde hala aynı yerde olduğum için hayat hızla geçerken yerimde saydığımı düşünüyorum.
Aklımda deli planlar var; ama onları gerçekleştirmeye hevesim, cesaretim ve zamanım olmadığını düşünüyorum.
Zamanın güne, aya, mevsime, yıla yetmediğini düşünüyorum.
Gündelik mecburi işler yerine çocuklarıma daha çok zaman ayırmayı düşünüyorum.
Etiketler:
Bana Ders Oldu,
Bana Özel,
Çocuklu Hayat,
Kadın,
Sorunsal
6 Temmuz 2015 Pazartesi
Gene Bir Türkiye Tatili Öncesi
Evet, gene bir tatil öncesi, Türkiye tatili öncesi beni stres aldı. Halbuki tatile çıkmak iyi birşeydir ama sorun aile, akraba aslında Türk halkı yanı olunca insan stres oluyor. Çünkü,
- Akşam uykusu için saat çok erken değil mi?
- Daha yeni uyandı, gene mi uyayacak?
- Ay bu çok kilo almış yedirme artık bu kızı annesi!
- Ama hiçbir şey yemiyor ki bu çocuk, bak çok zayıflamış. Annesi sen buna yemek yedirmiyor musun?
- Çok ince giydirmişsin, üşür...
- Hava çok sıcak, niye böyle kalın giydirdin?
- Gölgede otursanız bebek için daha iyi olur...
- Burası esiyor, güneşe çıkın da bebek üşümesin...
- Ay küçücük bebeği denize mi sokuyorsunuz?
- Buranın suyu pis biraz, mikrop kapmasın?
- Aa sen adını yazmayı bilmiyor musun?
- Aşıları tamam mı bunun?!
- Kolunu sinek mi ısırdı? Dur bak şöyle yapacaksın; 2 gr rezeneyi...
- Bak bunu ben senin için yaptım hadi yesene, ye, ye, ye!
- Çok kötü öksürüyor, ciğerleri su mu topladı acaba?
- Şapkası yok mu bu çocuğun? Başına güneş geçti!
- Emzir sen bunu da uyusun!
- Ağlatmadan emzirsen iyi olurdu.
- Karnı ağrıyordur, denizde üşüdü kesin.
- Almanca konuş bakalım abiyle, bak o da biliyormuş Almanca.
- İngilizce konuş bakalım abiyle, bak o da biliyormuş İngilizce.
- Bu üzerindeki ona biraz küçük mü gelmiş?
- Yok, bunu giydirme çok büyük!
- Hiç ağlamıyor ne uslu bebek. Maşallah!
- Dün gece çok ağladı. Neden ağladı o kadar çok? Neden? ...
- Haydi bu son lokmayı da ye, bitsin. Hatırım için...
- Yemeğini bitir, sonra çizgi film...
- Al bakalım sana gofret/şeker/çikolata/dondurma.
- Meyve yemiyor mu bu çocuklar?
- Güneş kremi sürme, yakmaz artık bu saatten sonra.
- Öyle mi yiyor? Bütün bütün!
- Ay yanaklarını sıkayım ben bunun, yanaklara bak yanaklara...
- Ağladı, al annesi!
- Ee sen hiç büyümemişsin ya?
- Gel bir sarılayım, gel, gel, gel dedim sana!
- Öp bakayım yanağımdan, öp, öp, burdan da öp!
- Bu bizim bebeğimiz olsun, alıp gidelim biz bunu.
- Annesi sen bakamıyorsan bizim olsun!
- Yere koyma, taşlar soğuk.
- Kucakta tabii epeydir, yorulmuştur.
- Ama bu araba koltuğu çok terletiyor, kucağımda dursun.
- Eskiden araba koltuğu mu varmış?
- Az yol gideceğiz, gerek yok kemerini bağlamana.
- Kaç yaş şimdi araları? Hmm... Keşke...
- Kıskanıyor mu?
- Ayy çok zor iki çocuk, nasıl yapıyorsun bilmem?
- Bunlar Avrupalı olmuş artık, bunları beğenmezler!
- Dışarsı felaket sıcak, sakın evden çıkmayın!
- Zaten az kalıyorsunuz, evde oturacağınıza denize gitsenize.
- Bebek arabasına/slinge gerek yok ben kucağımda taşırım.
- Korkma yahu! Hiç korkulur mu inekten/örümcekten/köpekten?
- Kocaman abi olmuşsun hala korkuyorsun.
Ay yazdıkça fenalık geldi! ... Size de oluyor mu böyle?
- Akşam uykusu için saat çok erken değil mi?
- Daha yeni uyandı, gene mi uyayacak?
- Ay bu çok kilo almış yedirme artık bu kızı annesi!
- Ama hiçbir şey yemiyor ki bu çocuk, bak çok zayıflamış. Annesi sen buna yemek yedirmiyor musun?
- Çok ince giydirmişsin, üşür...
- Hava çok sıcak, niye böyle kalın giydirdin?
- Gölgede otursanız bebek için daha iyi olur...
- Burası esiyor, güneşe çıkın da bebek üşümesin...
- Ay küçücük bebeği denize mi sokuyorsunuz?
- Buranın suyu pis biraz, mikrop kapmasın?
- Aa sen adını yazmayı bilmiyor musun?
- Aşıları tamam mı bunun?!
- Kolunu sinek mi ısırdı? Dur bak şöyle yapacaksın; 2 gr rezeneyi...
- Bak bunu ben senin için yaptım hadi yesene, ye, ye, ye!
- Çok kötü öksürüyor, ciğerleri su mu topladı acaba?
- Şapkası yok mu bu çocuğun? Başına güneş geçti!
- Emzir sen bunu da uyusun!
- Ağlatmadan emzirsen iyi olurdu.
- Karnı ağrıyordur, denizde üşüdü kesin.
- Almanca konuş bakalım abiyle, bak o da biliyormuş Almanca.
- İngilizce konuş bakalım abiyle, bak o da biliyormuş İngilizce.
- Bu üzerindeki ona biraz küçük mü gelmiş?
- Yok, bunu giydirme çok büyük!
- Hiç ağlamıyor ne uslu bebek. Maşallah!
- Dün gece çok ağladı. Neden ağladı o kadar çok? Neden? ...
- Haydi bu son lokmayı da ye, bitsin. Hatırım için...
- Yemeğini bitir, sonra çizgi film...
- Al bakalım sana gofret/şeker/çikolata/dondurma.
- Meyve yemiyor mu bu çocuklar?
- Güneş kremi sürme, yakmaz artık bu saatten sonra.
- Öyle mi yiyor? Bütün bütün!
- Ay yanaklarını sıkayım ben bunun, yanaklara bak yanaklara...
- Ağladı, al annesi!
- Ee sen hiç büyümemişsin ya?
- Gel bir sarılayım, gel, gel, gel dedim sana!
- Öp bakayım yanağımdan, öp, öp, burdan da öp!
- Bu bizim bebeğimiz olsun, alıp gidelim biz bunu.
- Annesi sen bakamıyorsan bizim olsun!
- Yere koyma, taşlar soğuk.
- Kucakta tabii epeydir, yorulmuştur.
- Ama bu araba koltuğu çok terletiyor, kucağımda dursun.
- Eskiden araba koltuğu mu varmış?
- Az yol gideceğiz, gerek yok kemerini bağlamana.
- Kaç yaş şimdi araları? Hmm... Keşke...
- Kıskanıyor mu?
- Ayy çok zor iki çocuk, nasıl yapıyorsun bilmem?
- Bunlar Avrupalı olmuş artık, bunları beğenmezler!
- Dışarsı felaket sıcak, sakın evden çıkmayın!
- Zaten az kalıyorsunuz, evde oturacağınıza denize gitsenize.
- Bebek arabasına/slinge gerek yok ben kucağımda taşırım.
- Korkma yahu! Hiç korkulur mu inekten/örümcekten/köpekten?
- Kocaman abi olmuşsun hala korkuyorsun.
Ay yazdıkça fenalık geldi! ... Size de oluyor mu böyle?
Etiketler:
Bana Ders Oldu,
Bana Özel,
Bebek,
Çocuklu Hayat,
Ordan Burdan,
Sorunsal
13 Eylül 2014 Cumartesi
İngiliz Ehliyeti
Mayıs ayında İngiliz ehliyetini almaya hak kazandım. Zor olmadı; ama çok ders aldım diyebilirim. Zaten 15 hata yapma hakkım vardı, sadece 4 hatayla bitirdim günü.
İngiliz ehliyeti, bana Avrupa Birliği Ülkeleri'nde de araba kullanma imkanı sunuyor. En çok bu açıdan sevindim; çünkü geçen ay İsviçre'ye taşındık. İsviçre'de de Türk ehliyetini sadece bir sene kullanabiliyorsun. Daha sonra pratik sınava girmen gerekiyor. Pratik sınavdan kalırsan önce teorik, sonra pratik sınav süreci var. İşin asıl zor olanı, teorik sınavı İsviçre'de konuşulan yabancı dillerden birinde almak gerekiyor; Almanca, Fransızca veya İtalyanca. Bu dillerde değil konuşmak, 2-3 kelime bile zar zor biliyorum. İngiliz ehliyetimi almasam benim için İsviçre'de araba kullanmak ancak bir sene sürecekti.
Neyse ki yıllarımı alsa da, sürekli ertelememden ötürü, İngiliz ehliyetimi aldım. Sırada İsviçre'de araba almak var...
İngiliz ehliyeti, bana Avrupa Birliği Ülkeleri'nde de araba kullanma imkanı sunuyor. En çok bu açıdan sevindim; çünkü geçen ay İsviçre'ye taşındık. İsviçre'de de Türk ehliyetini sadece bir sene kullanabiliyorsun. Daha sonra pratik sınava girmen gerekiyor. Pratik sınavdan kalırsan önce teorik, sonra pratik sınav süreci var. İşin asıl zor olanı, teorik sınavı İsviçre'de konuşulan yabancı dillerden birinde almak gerekiyor; Almanca, Fransızca veya İtalyanca. Bu dillerde değil konuşmak, 2-3 kelime bile zar zor biliyorum. İngiliz ehliyetimi almasam benim için İsviçre'de araba kullanmak ancak bir sene sürecekti.
Neyse ki yıllarımı alsa da, sürekli ertelememden ötürü, İngiliz ehliyetimi aldım. Sırada İsviçre'de araba almak var...
10 Aralık 2013 Salı
Pirincin halleri
From Food Standards Agency
It's true that you could get food poisoning from eating reheated rice. But it's not actually the reheating that's the problem – it's the way the rice has been stored before reheating.
Uncooked rice can contain spores of Bacillus cereus, bacteria that can cause food poisoning. When the rice is cooked, the spores can survive. Then, if the rice is left standing at room temperature, the spores will germinate into bacteria. These bacteria will multiply and may produce toxins (poisons) that cause vomiting or diarrhoea. Reheating the rice won't get rid of these toxins.
So, the longer cooked rice is left at room temperature, the more likely it is that bacteria, or the toxins they produce, could stop the rice being safe to eat.
It's best to serve rice when it has just been cooked. If that isn't possible, cool the rice as quickly as possible (ideally within one hour) and keep it in the fridge for no more than one day until reheating.
Remember that when you reheat any food, you should always check that it's piping hot all the way through, and avoid reheating more than once.
It's true that you could get food poisoning from eating reheated rice. But it's not actually the reheating that's the problem – it's the way the rice has been stored before reheating.
Uncooked rice can contain spores of Bacillus cereus, bacteria that can cause food poisoning. When the rice is cooked, the spores can survive. Then, if the rice is left standing at room temperature, the spores will germinate into bacteria. These bacteria will multiply and may produce toxins (poisons) that cause vomiting or diarrhoea. Reheating the rice won't get rid of these toxins.
So, the longer cooked rice is left at room temperature, the more likely it is that bacteria, or the toxins they produce, could stop the rice being safe to eat.
It's best to serve rice when it has just been cooked. If that isn't possible, cool the rice as quickly as possible (ideally within one hour) and keep it in the fridge for no more than one day until reheating.
Remember that when you reheat any food, you should always check that it's piping hot all the way through, and avoid reheating more than once.
8 Ağustos 2013 Perşembe
Neden Beyaz Şort?
Londra'da olması gerektiği gibi bir yaz mevsimi yaşıyoruz son bir aydır. Sadece Türkiye'deki tatillerde giydiğim yazlık elbiseler, şortlar, askılı bluzlar, sandaletler ortaya çıktı. Üç sene önce çok severek, iyi de para ödeyerek satın aldığım beyaz şortum da.
İlk senemizde özene bezene giydim. Hem yeniydi; hem kirlenmesin, lekesi çıkmaz diye öyle olur olmaz her yerde giymedim. Zaten hava şartları da ancak birkaç kez giymeme izin verdi.
İkinci yazımızın başında karnım burnumda hamileydim, içine girmem imkansızdı. Keza doğumdan sonraki birkaç ay da. O nedenle kaldırıldığı kutusundan hiç çıkmadı bile 2011 yazında.
Üçüncü yılımızda ortaya çıkardım. Çok şükür içine girebiliyordum; ama hava şartları el vermedi. Askıda asılı kaldı birkaç ay, sonra da tekrar kutusuna geri döndü.
2013 yazı, tam şort giyme yazı olduğundan, oğlumun doğumgününde St James Park'ta ailecek piknik yapalım dedik. Onun hatırına giydim şortumu. Evden çıkıp 10 dakika uzaklıktaki tren istasyonuna vardık. Gelmesine birkaç dakika var diye, treni beklerken oğlumu bebek arabasından indirmiştim. Sonra birden kucağıma gelmek istedi, haliyle aldım. Ayağındaki ayakkabılarıyla bacaklarıma, belime sarıldı. İyice kendini yerleştirdi ayak hareketleriyle kucağıma. Tren geldi, bebek arabasına oturtmak üzereyken bir baktım beyaz şortum kahverengi toz lekeler içinde. Ne kadar silkelesem faydasız. Evden çıkalı 15 dakika olmadan, henüz buluşma noktasına varamadan üstüm başım kirlenmişti. Epey bir söylendim kendi kendime. Yedek kıyafet de almadığımdan, öyle kirli şortla gezdim Londra sokaklarında gün boyu.
Bu da bana ders oldu, epeydir beyaz bluz giymiyordum 2 yaş bebesinden ötürü, neden hala beyaz şort giymemeliymişim onu da anladım!
Resim: http://www.flickr.com/photos/foxybelle/
İlk senemizde özene bezene giydim. Hem yeniydi; hem kirlenmesin, lekesi çıkmaz diye öyle olur olmaz her yerde giymedim. Zaten hava şartları da ancak birkaç kez giymeme izin verdi.
İkinci yazımızın başında karnım burnumda hamileydim, içine girmem imkansızdı. Keza doğumdan sonraki birkaç ay da. O nedenle kaldırıldığı kutusundan hiç çıkmadı bile 2011 yazında.
Üçüncü yılımızda ortaya çıkardım. Çok şükür içine girebiliyordum; ama hava şartları el vermedi. Askıda asılı kaldı birkaç ay, sonra da tekrar kutusuna geri döndü.
2013 yazı, tam şort giyme yazı olduğundan, oğlumun doğumgününde St James Park'ta ailecek piknik yapalım dedik. Onun hatırına giydim şortumu. Evden çıkıp 10 dakika uzaklıktaki tren istasyonuna vardık. Gelmesine birkaç dakika var diye, treni beklerken oğlumu bebek arabasından indirmiştim. Sonra birden kucağıma gelmek istedi, haliyle aldım. Ayağındaki ayakkabılarıyla bacaklarıma, belime sarıldı. İyice kendini yerleştirdi ayak hareketleriyle kucağıma. Tren geldi, bebek arabasına oturtmak üzereyken bir baktım beyaz şortum kahverengi toz lekeler içinde. Ne kadar silkelesem faydasız. Evden çıkalı 15 dakika olmadan, henüz buluşma noktasına varamadan üstüm başım kirlenmişti. Epey bir söylendim kendi kendime. Yedek kıyafet de almadığımdan, öyle kirli şortla gezdim Londra sokaklarında gün boyu.
Bu da bana ders oldu, epeydir beyaz bluz giymiyordum 2 yaş bebesinden ötürü, neden hala beyaz şort giymemeliymişim onu da anladım!
Resim: http://www.flickr.com/photos/foxybelle/
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)