Bebek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bebek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Temmuz 2015 Pazartesi

Gene Bir Türkiye Tatili Öncesi

Evet, gene bir tatil öncesi, Türkiye tatili öncesi beni stres aldı. Halbuki tatile çıkmak iyi birşeydir ama sorun aile, akraba aslında Türk halkı yanı olunca insan stres oluyor. Çünkü,

- Akşam uykusu için saat çok erken değil mi?
- Daha yeni uyandı, gene mi uyayacak?
- Ay bu çok kilo almış yedirme artık bu kızı annesi!
- Ama hiçbir şey yemiyor ki bu çocuk, bak çok zayıflamış. Annesi sen buna yemek yedirmiyor musun?
- Çok ince giydirmişsin, üşür...
- Hava çok sıcak, niye böyle kalın giydirdin?
- Gölgede otursanız bebek için daha iyi olur...
- Burası esiyor, güneşe çıkın da bebek üşümesin...
- Ay küçücük bebeği denize mi sokuyorsunuz?
- Buranın suyu pis biraz, mikrop kapmasın?
- Aa sen adını yazmayı bilmiyor musun?
- Aşıları tamam mı bunun?!
- Kolunu sinek mi ısırdı? Dur bak şöyle yapacaksın; 2 gr rezeneyi...
- Bak bunu ben senin için yaptım hadi yesene, ye, ye, ye!
- Çok kötü öksürüyor, ciğerleri su mu topladı acaba?
- Şapkası yok mu bu çocuğun? Başına güneş geçti!
- Emzir sen bunu da uyusun!
- Ağlatmadan emzirsen iyi olurdu.
- Karnı ağrıyordur, denizde üşüdü kesin.
- Almanca konuş bakalım abiyle, bak o da biliyormuş Almanca.
- İngilizce konuş bakalım abiyle, bak o da biliyormuş İngilizce.
- Bu üzerindeki ona biraz küçük mü gelmiş?
- Yok, bunu giydirme çok büyük!
- Hiç ağlamıyor ne uslu bebek. Maşallah!
- Dün gece çok ağladı. Neden ağladı o kadar çok? Neden? ...
- Haydi bu son lokmayı da ye, bitsin. Hatırım için...
- Yemeğini bitir, sonra çizgi film...
- Al bakalım sana gofret/şeker/çikolata/dondurma.
- Meyve yemiyor mu bu çocuklar?
- Güneş kremi sürme, yakmaz artık bu saatten sonra.
- Öyle mi yiyor? Bütün bütün!
- Ay yanaklarını sıkayım ben bunun, yanaklara bak yanaklara...
- Ağladı, al annesi!
- Ee sen hiç büyümemişsin ya?
- Gel bir sarılayım, gel, gel, gel dedim sana!
- Öp bakayım yanağımdan, öp, öp, burdan da öp!
- Bu bizim bebeğimiz olsun, alıp gidelim biz bunu.
- Annesi sen bakamıyorsan bizim olsun!
- Yere koyma, taşlar soğuk.
- Kucakta tabii epeydir, yorulmuştur.
- Ama bu araba koltuğu çok terletiyor, kucağımda dursun.
- Eskiden araba koltuğu mu varmış?
- Az yol gideceğiz, gerek yok kemerini bağlamana.
- Kaç yaş şimdi araları? Hmm... Keşke...
- Kıskanıyor mu?
- Ayy çok zor iki çocuk, nasıl yapıyorsun bilmem?
- Bunlar Avrupalı olmuş artık, bunları beğenmezler!
- Dışarsı felaket sıcak, sakın evden çıkmayın!
- Zaten az kalıyorsunuz, evde oturacağınıza denize gitsenize.
- Bebek arabasına/slinge gerek yok ben kucağımda taşırım.
- Korkma yahu! Hiç korkulur mu inekten/örümcekten/köpekten?
- Kocaman abi olmuşsun hala korkuyorsun.

Ay yazdıkça fenalık geldi! ... Size de oluyor mu böyle?

12 Aralık 2013 Perşembe

Sünnetle Ne Kaybedilir?

Gary L. Harryman


Bir bebeğin doğal ve sağlıklı penisi sünnet edildiğinde sonsuza dek ne kaybedilir?
  1. Dartos Fascia adındaki ısıya duyarlı yumuşak kas tabakasının yaklaşık olarak yarısı.
  2. Bağışıklık sisteminin bir parçası olan özelleşmiş Epitelyal Langerhans hücreleri;
  3. İçinde dorsal sinirin uzantıları da olan yaklaşık olarak 75 metre uzunluğunda mikroskobik sinir.
  4. Yavaş hareketleri, sıcaklıklardaki düşük oynamaları, ve yüzeydeki ince farklılıkları hissedebilen, çeşitli tipte 10,000 ile 20,000 arasında özelleşmiş erotojenik sinir uçları.Bu kayıp üst derideki (sünnet derisi) en önemli duyusal alıcılar olan Maysner yuvarlarının da (meissner's corpuscles) binlercesini içerir.
  5. Amacı ve değeri henüz tam olarak anlaşılmamış olan estrojen alıcıları.
  6. Hareketli penis derisinin %50'sinden fazlası; penis başının penisi kurumadan, aşırı sürtünme ve tahrişten, ve keratinleşmeden koruyan çok amaçlı kaplaması. Penis başının keratinleşmesinin zarar verici cinsel sonuçları henüz araştırılmamıştır.
  7. Yumuşak sırtların frenar bantları (the frenar band of soft ridges); insan vücudunda en fazla zevk yaratan bölge. Yoğun olarak sinirlerle bezenmiş olan bu bölgenin kaybedilmesi, geri kalan penisin hassasiyetini normal bir deri tabakasının hassasiyeti ile aynı hale indirir.
  8. Anne sütü ve plazma hücrelerinde de bulunan, bağışıklık antikorlarını, antibakteriyel ve antiviralleri salgılayan, yumuşak mukozanın bağışıklık savunma sistemi.
  9. Lenfatik kanallar; bunların kaybı vücudun bağışıklık sistemi içerisinde lenf akışını olumsuz yönde etkileyebilir.
  10. Frenulum; glansın aşağı kısmında, "V" şekilli, ağ-görünümlü, genelde üst-deri ile birlikte kesilen veya zarar görerek işlev göremez hale gelen çok duyarlı bir yapı.
  11. Feremonları salgılayan iç üstderinin "apokrin bezleri". Feromonların kaybının yol açtığı sonuçlar henüz araştırılmamış olmakla birlikte, olası cinsel eşlere sessiz, görünmeyen, ama güçlü sinyaller yolladığı sanılmaktadır
  12. Penisi nemlendirip kayganlaştıran ectopic sebaceous bezleri.
  13. Gerekli "kayma" mekanizması. Eğer açılır ve düz olarak yayılırsa, ortalama yetişkinin üstderisi 104 santimetrekare yer kaplar.(yaklaşık olarak bir posta kartı kadar) Kendi kendini kayganlaştıran ve hareketli olan bu deri, penise kendi içinde kayma özelliğini kazandırır; bu da vajinayı kurutmadan, yapay kayganlaştırıcılara ihtiyaç duymadan cinsel ilişkiyi sağlar.
  14. Glansın pembe-kırmızı-koyu mor arasındaki rengi. Glans normalde tıpkı dil gibi bir iç organdır.
  15. Penis çevresinin önemli bir kısmı. Gevşek üstderinin penise kazandırdığı önemli bir hacim vardır. Bu da sünnetli penisi,sünnet edilmemiş penise göre oldukça ince yapar
  16. Sünnet sırasında üstderiyi penise bağlayan doku yırtılarak koparıp atıldığı için, sertleşmişpenis uzunluğunun 2.5 cm kadarı da kaybolur. Bu paylaşılan zar, üst deri ve glansı penis gelişirken sıkıca birbirine bağlar. Onu koparmak glansa zarar verir; ham, enfeksiyona, sürtünmelere ve tahrişe açık hale getirir. Bu durum penisin büzülüp ufalmasına neden olur.
  17. Frenular atardamar ve dorsal atardamarı da içeren metrelerce uzunluğunda damar. Bu yoğun kan dolaşımının kesilmesi, penisin gövdesine ve glansına yeterli kan akışını sınırlar, bu da açık bir şekilde penisin doğal işlevine ve gelişimine zarar verir.
  18. Her yıl pek çok erkek kötü operasyonlarda ve enfeksiyonlarda penislerini kaybederler. Bazı durumlarda bu da yapay olarak hormon vs, ile cinsiyetin değiştirilmesine yol açar ve erkekler kadın olarak yaşamaya zorlanırlar.
  19. Her yıl pek çok erkek tıbben gereksiz sünnet operasyonlarında hayatlarını kaybederler. Bu ölümler milyar dolarlık sünnetendüstrisi tarafından saklanır.
  20. Henüz bilimsel olarak kanıtlanmamasına rağmen, penis ile vajinanın mukozal dokusu arasında gerçekleşen elektrik transferi orgazmın oluşumuna yardım eder. Sünnet ile erkekteki mukozal tabakanın kaybedilmesi, bunu engeller.

13 Ekim 2013 Pazar

İngiltere'de Doğum

Türkiye'de parası olan, biraz da özgür ruhlu olan, çocuğunun ve belki de kendi geleceğini düşünen doğum yapmak için Amerika'ya gidiyor. Çekilişsiz, kurasız, hesapsız ve sorgusuz yeşil kart için elbet de...

Ben 5 senedir yaşadığım, çalıştığım ülke olduğundan İngiltere'de doğum yapmak durumunda kaldım. Oğlum otomatikman İngiliz vatandaşı olmadı. Amerika'daki gibi bir durum yok. Fakat, eğer oturma iznin varsa, bana kalırsa şanslısın. Türkiye'deki gibi doktora çok paralar harcamayacağından...

İngiltere'de Sağlık

İngiltere'de sağlık hizmeti ücretsiz. Herkes bir sağlık ocağına kayıtlı ve hastalandı mı ilk oraya gitmek zorunda. Orası uygun görürse devlet hastanesine sevk edebilir ya da özel sağlık sigortan varsa özel hastaneye sevk edebilir. Yani zengin de olsan fakir de ilk gideceğin yer sağlık ocağı. Tabii kraliyet ailesi için durum farklı olabilir :) İlaçlar kimine ücretli kimine ücretsiz, neyse konumuz bu değil. Hamile kalınca neler oluyor bilmek ister misin? Öncelikle koca Londra'da özel hastanede doğum yapmak istersen, sadece 1 tane hastane var ve midwife denilen ebe kontrolünde normal doğum için 9 bin GBP gibi bir ücret ödemen gerekiyor.

İngiltere'de Hamilelik

Bebek düşünüyoruz diye sağlık ocağı doktoruna gidince doktor sana türlü türlü testler önermiyor. En fazla başarılar dileyip diğer hastaya geçiyor. Bir sene çocuk yapamazsan ne olur bilmiyorum; ama kendi imkanınla hamile kalıp eczaneden aldığın testte pozitifi görünce doktorun kapısını çalıyorsun. Birkaç form doldurup 10. haftaya randevu veriyor. Hem tebrik ediyor hem de ilk 3 ay düşük riski vardır, kendinizi herşeye hazırlayın diyor. Kısacası ne kontrol, ne muayene, ne ultrason. Doğanın ellerinde teslim ediyor. Doğumu özel hastanede yapacak olsan dahi 12. haftadan önce hasta kabul etmiyor... İyi mi kötü mü? Göreceli... Özel ultrason kliniklerine gidip, kendin bakabilirsin o ayrı.

10. haftaya dek kendi çabanla sağ salim gelmişsen ne mutlu! Hemen aile geçmişinden, kişiliğine, eşinle durumundan, hastalıklarına kadar detaylı birçok form dolduruluyor. Sonra kan alınıyor tahlil için. Ultrason hala yok. Bilgilerin yazılı olduğu kocaman bir dosya eline tutuşturuluyor her doktor kontrolünde yanında bulunması gereken. Bir de hamilelik ve doğumla ilgili ansiklopedimsi kitap veriliyor; merak ettiğini aç, oku diye. Birkaç gün içinde eve mektuplar geliyor, biri hamile olduğuna dair bir kart. Bir sene boyunca ücretsiz sağlık hizmeti (ilaç, dişçi, vs) alabiliyorsun. Bir mektupta hastanede ayarlanmış detaylı bir ultrason (Down sendromu için testleri de içeriyor) tarihi geliyor. Hemen hemen 12-13. haftana denk geliyor ultrason günü.

Peki işler 10. haftaya dek iyi gitmezse, kanama falan olursa ne oluyor? Önce doktora gidiyorsun, o seni eğer uygun görürse hastaneye sevk ediyor. Hastanede ultrasona ve muayeneye giriyorsun. Bebeğin kalbi atmıyorsa veya düşük oluyorsa, gene işler doğaya dönüş. Bir süre beklemeni, düşüğün mümkünse evde doğal yolla olmasını öneriyorlar. Tabii bekleme süresine veya hastanın tercihine göre gerekirse hastanede kürtaj işlemi gerçekleşiyor. Neyse... Biz sağlıklı hamileliğe dönelim...

12-13 haftalık ultrason, genelde İngiltere'nin önemli araştırma hastanelerinden birinde yapılıyor. Yaklaşık yarım saat muayene ve tahkikler ardından, bebeği de ilk kez ultrasonda gördükten sonra test sonuçları eline veriliyor. Down sendromu riskine göre istenirse ilerki tahkikler yapılıyor. İstenmezse 20. hafta için ikinci bir ultrason daha ayarlanıyor.

Bundan sonra, sağlık ocağında midwife denilen ebe ile, ilk bebeğinse 2-3 hafta aralıklarla kontrol var. Kontrol de; sen soru soruyorsun mesela midem bulanıyor ne yesem gibi, o cevaplıyor. Ne ultrason ne kan tahlili, sadece muhabbet. İkinci ve sonraki bebeklerdeyse neredeyse ayda bir kontrol var. Bu arada o midwife-lar da her kontrolde değişebiliyor.

20. hafta civarında bebek sağlam mı diye ikinci bir detaylı ultrason oluyor. Sonrasında doğuma dek ultrason yok, yani bebeği artık doğum yapınca görüyorsun. Tabii özel kliniklere gidip 100 küsür GBP ödeyerek 3D, 4D ultrason yaptırabilirsin kendi çabalarınla.

24. hafta civarında demir eksikliği için kan tahlili yapılıyor ve gereken neyse uygulanıyor. Sonrasında göbek büyümeye başladığından midwife mezura ile karnını ölçüyor, bebeğin kalp atışlarını doppler denilen aletle dinliyor. 36. haftaya dek bu şekilde kontroller devam ediyor. Tabii bir terslik olunca gene sağlık ocağı doktorlarına gidiyorsun, ilaç gerekiyorsa reçete yazılıyor, dişçiye gidiyorsun. Tümü hamileye ücretsiz.

36. hafta sonrasında midwife kontrolleri sıklaşıyor; göbek ölçme ve kalp atışı dinleme yanında bebeğin yönü, doğum kilosu tahmini gibi muhabbetleri de içeriyor. Genelde 42. haftaya dek kontroller her hafta devam ediyor. 40. haftadan itibaren el yardımıyla açılma olup olmadığı veya açılma olsun diye muayene ediliyor.

Anladığın gibi doğumun normal olması için gerekenler bir bir yapılıyor. Tabii sağlık durumundan dolayı normal doğum yapamayacaklara 39 veya 40. hafta civarı hastaneye gidip sezaryene alınmaları için gün veriliyor. Şeker hastalarına 36. haftada hastane yolu görünebiliyor.

Gerisi doğum süreci... Tık tık...

23 Ağustos 2013 Cuma

Genç Anneler!

Bugün bir topluma taşıma aracında bebek pusetlerinin başında 20'lerinin başında iki anne vardı. İngiltere'de teenage mum olayı yaygındır; 20 yaş civarı hatta altındakileri kapsar. Gördüklerim baştan ayağa birer moda ikonası şeklindeydiler! Saçlar yapılı, makyajlı, takılar, tırnaklar uzun, pedikür ve manikür yapılmış. Birinin bebeği uyuyor, diğerininki ağlıyordu. Birbirleriyle muhabbet etmekten ağlayan bebeğe bakmadılar bile. Zaten o an dikkatimi çektiler ve baştan ayağa incelemeye başladım.

Sonra kendimle karşılaştırdım. Değil mani-pedi, oğlum doğduğundan beri tırnaklarımı uzattığım görülmedi. Oje sürmüşsem de ayda yılda bir kez. Takı takmaya son birkaç aydır başladım, ufaklık kucaktan inip yürümeye geçtiğinden beri. Oğlum ağladığı an hep yanında bittim ne ihtiyacı var diye. Tabii bu kıyaslama 30'larında anne olan ben ile 20'leri başında anne olan karşılaştırması. Kimine göre doğru olabilir kendi hayatını yaşamaya devam etmek; ama ben biraz oğlumun kaliteli insan olması için onun bir süreliğine kölesi olmayı seçtim.

Yanımda oturmak istediği için ani frenle düşmesin diye bir elim oğlumun bacakları üzerindeydi. Sonra arkadaki sıralardan 3 yaşlarında iki kız çocuğu koşturup önümüzde bittiler. Ayakta durup birbirlerine tutunuyorlardı düşmemek için. Anneleri de gelecek diye beklerken, orda 20'lik anne dediklerimle konuştular. Meğer bebeklere ilave birer de büyük kızları varmış. Biri suluğunu aldı annesinden, diğeri gazlı meyve sularından birini. Kızlar koşturup arka sıraya oturdular gene. Anneleri muhabbetlerini bölmedi gene.

İneceğimiz durağa gelince Alaz'ı koltuğun yanına indirip sıkıca tutunmasını tembihledim. Bebek arabasını bir elimle tutup diğer elimle de oğluma destek oldum. Sonra indik.

Farkı görebildiniz umarım. Belki ağır bir eleştiri olacak; ama en azından 20'li yaşların ikinci yarısına dek çocuk yapılmamalı! Hem henüz genç kız olan anneler, anne olmadan doyasıya gezsin, eğlensin, süslensin, püslensin hem de anne olduktan sonra çocuklarına gerekli ilgiyi göstersin, ne yedirip içirdiğine dikkat etsin. Haksız mıyım?

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Uykusuz Aileler

Uykusuz anneler kulübü diye bir grup duymuştum. İnsan anne olduktan sonra nasıl da uykuları hafifleşiyor bebeğin gık sesi kulaklarımıza bir çan sesi gibi geliyor. Anında ayakta olmasak bile yatakta oturur pozistonda buluyoruz kendimizi. Sonra dinleyip 'gık'ın gittikçe seslenen bir ağlamaya dönüşmesini veya aynı 'gık'ın birkaç gık sonrası yerini sessizliğe bırakmasını dinliyoruz. Neredeyse her gece, hatta gecede birkaç kez bazen. Tabii bu kısımda uykusuz anneler ikiye ayrılıyor;

1- Hemen uykusuna kaldığı yerden devam edebilenler
2- Kafasını yastığa koyunca aklına olmadık düşünceler gelen ve sonra aylar önce o karşılaştığı kişinin ona niye öyle dediğini düşünmeye başlayıp sonunda dakikalar geçtikçe kafasını başka düşüncelerin ve yapacağı işlerin sardığı içinden çıkılamayacak duruma geldiği an çareyi koyun sayarak sonlandırmaya çalışıp ardından tam dalarken tekrar bir 'gık' duyanlar.

Ben genelde ikinci tipteyim. Malesef... Genel olmayan bazı durumlarda da birinci tipe giriyorum ki en sevindiğim zamanlar onlar. Bazı babalar da böyle. Bizim oğlanın babası da bir 1. bir 2. gruba giriyor ki onlar özellikle de 'gık'ın çığlığa dönüştüğü zamanlar. O da bu durumdan şikayetçi.

Uykusuzluk bebeğin olduğu ilk sene kabul edilebilir birşey sonuçta 'Dikkat bebek var!' yazısı asılı kapılarda eksta önlem için. Ya sonra? Sonrası tehlikeli işte. Herkese, herşeye zarar; uyumayan bebeğin kendisine bile. İşte buyrun Amerika'da yapılan araştırma sonucu ortaya çıkanları görerek okuyun...




Source: burada

9 Ağustos 2012 Perşembe

İkinci Çocuk?


Bugünlerde kimi görsek hemen ikinci çocuğu soruyor. Durun daha birinci yeni 1 yaşını doldurdu, yemesi dert, uykusu problemli. Geçtiğimiz bir sene nasıl geçti anlamadık bile. Hala uykuya hasretiz. Hala ev dandini. Hala mutfağın yerleri kırıntı ve yemek artığı içinde. Hala Alaz'ın altını bezliyoruz. Hala iki gece birine bırakıp da dışarı gidemedik karı-koca.

Öte yandan keşke maddi/manevi (maddiyattan daha önemli bence) imkanım olsa da 2, 3, 4.yü doğursam. Tabii bir 10 yaş kadar da genç olsam! Gerçi o zaman da ne bu maddi imkan elimizde olurdu ne de bilgi çocuk yetiştirmek için.

En merak ettiğim, ikinci bebek de ilki kadar seviliyor mu? Alaz'ı öyle çok seviyoruz ki, gözümüz başka birşey görmüyor o etraftayken. İlgimiz üzerinde hep. Her yaptığı her dediği olay oluyor evimizde. Peki ikinci bebek gelse, o zaman ne oluyor? Sevgi ikiye mi bölünüyor? Alaz'ı bundan daha az sevebileceğimi hayal edemem. Öte yandan ikinci bebek de candan bir parça. Bir insan kaç çocuğa karşılıksız ve sınırsız sevgi verebilir? Biz küçükken sorduğumuzda ki bazen hala söyler, 'Baş parmağımı da kessem acır, işaret parmağımı da, ikisi de aynı oranda acır' derdi. İkimiz için de aynı oranda üzülüp sevindiğini, sevgisini anlatmak istediğinde.

Bazı arkadaşlarım var; kimi 2.5 yaş arayla ikinciyi doğuran (kardeşimle benim aramız da 3 yaştır), kimi 8 yaş arayla. İkisinin de avantajları ve dezavantajları çok ve farklı! İlk bebeği bir şekilde planlıyor veya planlamıyorsun. Ne çıkacağı, neler olacağı sürpriz yumurta! İkincideyse başına gelecekleri bile bile lades diyorsun. Biz de bazen küçücük (ki bizimki de hala küçük sayılır) bir bebek gördük mü, 'Aaaa' deyip gülen gözlerle birbirimize bakıyoruz eşimle. Bazense 'Ne ikincisi ya? Alaz bize yetti de arttı!' oluyoruz yorgun gözlerle bezmiş bir halde. Biz iki kardeşiz ve keşke daha çok kardeşim olsaymış diyorum hep. Alaz'a da bir kardeş lazım er ya da geç; ama yakın zamanda olmayacağı kesin :)

Resim: http://www.flickr.com/photos/87archie/3867498756/

15 Şubat 2012 Çarşamba

Bu Benim Blog'um!

Baktım ki bebek yazıları, Alaz'ın gezme hikayeleri almış başını gidiyor; buna bir son vermeye karar verdim. Bloğumu Alaz'ın bebek yazılarına, tabii ilerde de çocuk yazılarına kaptıracak değilim. Zaten tırnağımın ucuna dek beni, eşimi, evimizin bir odasını, yavaş yavaş salonu ve mutfağı, annemi, ailemin diğer fertlerini, akşam pub'a gidip bira içme özgürlüğümü, romantik akşam yemeklerini, kafamıza estiği an çıkılan tatilleri, hadi deyip arabaya atladığımız günleri, gece deliksiz uykularımı, elime kitap alıp okuduğum anları, işi gücü bırakıp koltuk ve televizyona ayırdığım akşamları ve daha aklıma gelmeyen neler neleri elimden aldı. Bir de göz göre göre bloğuma el koymasına izin vermiyorum!

Sonunda bir site satın aldım; bundan böyle Alaz'ın gezilerini gezginanne'den takip edebilirsiniz.

27 Aralık 2011 Salı

Bebeklerin Ek Gıdaya Geçişi


Alaz 5. ayına yaklaşınca (biliyorum zaman su gibi geçiyor hiç bir şey anlamadım desem yeri) ek gıdaya başlama, neler yiyebilir, nasıl yapılır-edilir, neler satın almalı, vs. diye araştırmalarıma başladım. Gariptir ki, ek gıdaya başlama zamanı ve kuralları(!) ülkeden ülkeye değiştiği gibi, aynı ülkede yıldan yıla bile değişiklik göstermekte. İngiltere'de önerilenler ile Türkiye'de duyduklarım arasında bir karşılaştırma yapayım dedim ben de.

İngiltere'de baby rice (pirinç unu tarzı birşey) ve porridge (yulaf ezmesi) bebeğin içmekte olduğu süte karıştırılıp veriliyor. Besin değeri açısından bir değeri olmasa da bebeklerin mide ve bağırsaklarının sütten başka birşeye alışmasında faydalı. Bunları vermeyip doğrudan meyve ve/veya sebze püresiyle de başlanabiliyor ek gıdaya. Patates, bal kabağı, bezelye, havuç, şalgam haşlanarak, buharda veya fırında pişirilerek püre haline getiriliyor. İçerisine pişme suyu veya bebeğin içtiği süt katılarak uygun kıvam sağlanıyor. Bunlar İngiltere'de genelde çok miktarda hazırlanıp buz kalıplarında dondurularak başka zamanlarda kullanılmak üzere saklanıyor. Böyle yaptığımı annem ve kayınvalidem duyunca 'At kızım artanı, taze taze hergün yeni yap' dediler tabii ki! Bir de cam rende olayı var... İngiltere'de cam rendeyi duymadım, mutfak robotunda veya el mikserinde püre yapılması uygun görülüyor. Türkiye'de bir cam rende olayı almış başını gitmiş... Besin değeri açısından ne kadar fark ediyor bilmiyorum? Bana göre zaman kaybı.

Meyve püreleri olarak da; muz, elma, armut, avokado, mango, şeftali favoriler arasında. Bunlar da buharda pişirilerek veya doğrudan çatalla ezilerek hazırlanıyor. Muz Türkiye'de bir yaşına kadar verilmemesine rağmen İngiltere'de 4. ayda bebeğe verilebiliyor. Turunçgiller ise 7-8 aydan önce verilmemekte. 

Ek gıdaların günde tek çeşit olarak birkaç gün ardarda verilmesi önerilmekte. Nedeni ortaya çıkabilecek alerjilerin engellenmesi. Bir de yeni denenen besinlerin sabah/öğle vakitlerinde verilmesi öneriliyor. Bebekler bir reaksiyon gösterirlerse gün içinde anlaşılsın diye. Öte yandan ilk 2 hafta günde tek öğün, ardından birkaç hafta günde 2 öğün ve sonrasında 3 öğüne çıkarılması uygun görülüyor. Üç öğüne geçildiğinde artık bebek 7. ayında olduğundan artık hemen hemen herşeyi yumurta, et, tavuk, balık vs yemeye başlayabiliyor. Fakat inek sütü, bal ve fıstık ürünleri 1 yaşına dek yasak listesinde. İnek sütü yasak olmasına rağmen, ürünleri önerilmekte tabii pastörize olduğu sürece; peynir, yoğurt serbest yani. Kabızlığı önlemek için yemekle birlikte su veya süt de verilmeli. Suyu biberonda değil de yaşına uygun bir sulukta vermek en iyisi içmeyi öğrenmesi açısından.

Ben de bunları okuyup bir de gidip Annabel Karmel kitabı, silikon sığ kaşıklar, Tommie Tippee suluk aldım bebişime. Hemen hemen yukarda saydıklarımı verdim; kimini sevdi kimine yüzünü buruşturup yemedi. Henüz 6. ayı doldurmadığından üç öğüne geçmedik ve sadece meyve/sebze püreleriyle devam ediyoruz şimdilik. Epey bir işmiş ama bu ek gıda olayı. Çıkar memeyi besle bebeyi yakında tarih olacak malesef!

* Bu arada Alaz dönmeyi becerip yüzükoyun yattığı için yazıma ara veriyor ve kontrole gidiyorum...

Resim kaynağı:http://www.flickr.com/photos/magicrobots/3684999173/