12 Ocak 2010: Son gün olmasının getirdiği burukluk ve üşümeyle karışık bir durgunlukla başlıyoruz yeni güne. Valizlerimizi toplayıp kapattıktan sonra ev sahibinin gösterdiği yere bırakıyoruz akşamüzeri almak için. Geri götürmeye gerekli görmediğimiz eşyaları da ev sahibine bırakıyoruz, seviniyor.
Kahvaltı için önceki gün gittiğimiz yerdeyiz; bu defa değişik yiyecekler seçip günümüzü nasıl geçireceğimizi planlıyoruz. Merkezden fazla uzaklaşmak akıllıca olmaz diye karar veriyoruz; ne de olsa ulaşıma ve havaya güven olmaz. Bir gösteri bulamadığımız Gran Teatro de la Habana’nın içini görmek amacımız. Genç bir bayan geliyor bize anlatmak için; belli ki öğrenci, ama her sorumuzu yanıtlayacak kadar da bilgili. Bu gece Küba’da ünlü bir müzisyenin konseri olduğunu söylüyor sahneye doğru ilelerken. Tabii ki biletleri çoktan tükenmiş, ki zaten biz o saatlerde havalanıyor olacağız. Kısa ve hoş bir turdan sonra Hotel NH Parque Central içinde yer alan Cadeca’da son kez para bozduruyoruz puro fabrikasında harcamak üzere.
Puro* almak için bize göre en güvenli yer fabrika içerisinde yer alan mağaza. Orada tekrar sorup soruşturduktan sonra puro alışverişimizi tamamlıyoruz. Biz puro içen insanlar değiliz, kendimize eşe dosta vermek için bir kutu aldıktan sonra asıl alışverişi bize puro sipariş edenler için yapıyoruz. Bir çanta dolusu puroyu şehrin görmek istediğimiz son noktalarına bizle beraber taşıyoruz gün boyu. Örneğin çikolata müzesine, bir bardak sıcak çikolata içmeye.
Güneşin açtığı bu sıcak günle birlikte şehir sanki daha bir cıvıl cıvıl. Civciv ve kuş kafesleriyle sokak satıcıları, okul çocukları, işyerinden öğle paydosuna ayrılanlar, Obispo üzerindeki küçük pencerelerde ya da araba tarzı büfelerde yiyecek satanlar, almak için sıraya girenler, parklarda oturup muhabbet edenler. Biz gitmeyelim diye herşey daha bir güzel sanki, ya da bize öyle geliyor. Sanırım turistlerin çoğu gitmiş tatil sezonu sonunda ve şehir kendi sakinlerine kalıyor yavaş yavaş.
Malecon’da okyanusu da son bir kez görelim dedikten sonra, caddede dizili binalardan birinin ikinci katındaki paladara gözümüz takılıyor. Uçak yemeklerine başlamadan güzel bir ikindi yemeği ile gezimizi noktalayalım diyorum. Hatta henüz acıkmamış Baran’a duygu sömürüsü yapıyorum bir daha Küba’ya kim gelecek diye. Son derece sevimli orta yaşlı bir adamın bizi merdivenlerde karşılaması ile kendimizi bu uygunsuz saatte yemek siparişi verir buluyoruz okyanusa karşı bir balkonda. Paladar olduğu için yine belli yemekler ve yanında belli aperatifler geliyor. Hepsini iştahla bitirip Küba’nın son mojitolarını yudumluyoruz ev sahibiyle çat pat sohbet ederken. Balkondaki toplam beş masa akşam için rezervasyonluymuş bile. Hava serinlediğinden birkaç gündür balkonda üşüyormuş geceleri müşteriler; ama yapacak birşey yok diyor gökyüzüne bakarak.
Zor da olsa oradan ayrılıp casaya gidiyoruz valizleri almak üzere. Çağırdığımız taksi geç geldiği için biraz telaşlansak da tam vaktinde havaalanına varıyoruz küçük lada taksiyle. Valizleri teslim edip check-in yaptıktan sonra CUC alıp döviz satan büfede elimizde kalan son CUC’lardan kurtuluyoruz. CUC para birimi Küba dışında hiç bir yerde geçmiyor çünkü. Pasaport kontrol ve güvenlik sonrası uluslararası alana duty free mağazalarının olduğu bölüme geçiyoruz. Tabii ki burası Küba ve diğer tüm ülkelerin duty free’sinden farklı burası da. Puroları şehirden aldığımıza memnunuz; hem fiyat farkı yok hem de burada daha az çeşit var. Guava meyve püresi yanında bir şişe iyisinden Havana Club rom, bir de Lumino’dan öğrendiğim mojito denemeleri için beyazından rom alıyoruz. Kasaya geldiğimizde bizden CUC istiyorlar. Şaşırıp aldıklarımızı bir kenara bırakıyoruz tekrar döviz ofisinin yolunu tutarak. Bizim gibi yapan çok olduğundan heralde dış hatlar gidişte de döviz bürosu var.
Uçak saati gelince 4 saatlik bir gecikme açıklıyorlar. Yolcular perişan bir şekilde dağılmışken etrafa 3. saatte bizi uçağa alıyorlar. Uçuş geliş yolculuğundaki gibi değil. Aynı kabin görevlileri, aynı uçak olmasına rağmen herkes yorgun ve sessiz. Eve dönüş hüznü olmalı. Biz de yolculuğun büyük bir kısmında uyuyoruz, ta ki bir saat içinde Gatwick havaalanına iniyoruz anonsuna dek. Bir saat sonra inmeyi beklerken Londra’daki olumsuz hava koşullarından dolayı uçağın iniş için Paris’e yönlendirildiğini öğreniyoruz. Bundan sonrası kabus...
* Purolar belli mağazalarda satılıyor, ülkeden çıkarırken veya kendi ülkenize girerken göstermek üzere faturasını mutlaka alın. Paket üzerinde Küba Hükümeti’nin damgası olması gerekiyor. Sokakta satılanlar sahte veya çalıntı, yani yasadışı. Çeşitli uzunlukta, kalınlıkta, kalitede ve fiyatta puro mevcut. Belirli bir nem seviyesi gerekmekte puroları kurutmadan saklamak için. Tek tek veya 4’lü, 8’li, 12’li kutularda satılıyor. Cohiba en meşhur marka, ki Fidel bile ondan içiyormuş. Montecristo, Romeo y Julieta (Avrupalılar için üretilmiş, içimi kolay ve diğerlerine göre daha hafif olduğu söyleniyor) ve Partagas fabrikasının kendi markaları bizim seçtiklerimiz. Daha doğrusu forumlarda önerilenler.
Kahvaltı için önceki gün gittiğimiz yerdeyiz; bu defa değişik yiyecekler seçip günümüzü nasıl geçireceğimizi planlıyoruz. Merkezden fazla uzaklaşmak akıllıca olmaz diye karar veriyoruz; ne de olsa ulaşıma ve havaya güven olmaz. Bir gösteri bulamadığımız Gran Teatro de la Habana’nın içini görmek amacımız. Genç bir bayan geliyor bize anlatmak için; belli ki öğrenci, ama her sorumuzu yanıtlayacak kadar da bilgili. Bu gece Küba’da ünlü bir müzisyenin konseri olduğunu söylüyor sahneye doğru ilelerken. Tabii ki biletleri çoktan tükenmiş, ki zaten biz o saatlerde havalanıyor olacağız. Kısa ve hoş bir turdan sonra Hotel NH Parque Central içinde yer alan Cadeca’da son kez para bozduruyoruz puro fabrikasında harcamak üzere.
Puro* almak için bize göre en güvenli yer fabrika içerisinde yer alan mağaza. Orada tekrar sorup soruşturduktan sonra puro alışverişimizi tamamlıyoruz. Biz puro içen insanlar değiliz, kendimize eşe dosta vermek için bir kutu aldıktan sonra asıl alışverişi bize puro sipariş edenler için yapıyoruz. Bir çanta dolusu puroyu şehrin görmek istediğimiz son noktalarına bizle beraber taşıyoruz gün boyu. Örneğin çikolata müzesine, bir bardak sıcak çikolata içmeye.
Zor da olsa oradan ayrılıp casaya gidiyoruz valizleri almak üzere. Çağırdığımız taksi geç geldiği için biraz telaşlansak da tam vaktinde havaalanına varıyoruz küçük lada taksiyle. Valizleri teslim edip check-in yaptıktan sonra CUC alıp döviz satan büfede elimizde kalan son CUC’lardan kurtuluyoruz. CUC para birimi Küba dışında hiç bir yerde geçmiyor çünkü. Pasaport kontrol ve güvenlik sonrası uluslararası alana duty free mağazalarının olduğu bölüme geçiyoruz. Tabii ki burası Küba ve diğer tüm ülkelerin duty free’sinden farklı burası da. Puroları şehirden aldığımıza memnunuz; hem fiyat farkı yok hem de burada daha az çeşit var. Guava meyve püresi yanında bir şişe iyisinden Havana Club rom, bir de Lumino’dan öğrendiğim mojito denemeleri için beyazından rom alıyoruz. Kasaya geldiğimizde bizden CUC istiyorlar. Şaşırıp aldıklarımızı bir kenara bırakıyoruz tekrar döviz ofisinin yolunu tutarak. Bizim gibi yapan çok olduğundan heralde dış hatlar gidişte de döviz bürosu var.
Uçak saati gelince 4 saatlik bir gecikme açıklıyorlar. Yolcular perişan bir şekilde dağılmışken etrafa 3. saatte bizi uçağa alıyorlar. Uçuş geliş yolculuğundaki gibi değil. Aynı kabin görevlileri, aynı uçak olmasına rağmen herkes yorgun ve sessiz. Eve dönüş hüznü olmalı. Biz de yolculuğun büyük bir kısmında uyuyoruz, ta ki bir saat içinde Gatwick havaalanına iniyoruz anonsuna dek. Bir saat sonra inmeyi beklerken Londra’daki olumsuz hava koşullarından dolayı uçağın iniş için Paris’e yönlendirildiğini öğreniyoruz. Bundan sonrası kabus...
* Purolar belli mağazalarda satılıyor, ülkeden çıkarırken veya kendi ülkenize girerken göstermek üzere faturasını mutlaka alın. Paket üzerinde Küba Hükümeti’nin damgası olması gerekiyor. Sokakta satılanlar sahte veya çalıntı, yani yasadışı. Çeşitli uzunlukta, kalınlıkta, kalitede ve fiyatta puro mevcut. Belirli bir nem seviyesi gerekmekte puroları kurutmadan saklamak için. Tek tek veya 4’lü, 8’li, 12’li kutularda satılıyor. Cohiba en meşhur marka, ki Fidel bile ondan içiyormuş. Montecristo, Romeo y Julieta (Avrupalılar için üretilmiş, içimi kolay ve diğerlerine göre daha hafif olduğu söyleniyor) ve Partagas fabrikasının kendi markaları bizim seçtiklerimiz. Daha doğrusu forumlarda önerilenler.