Maclarin basindan beri yeteneksiz ve teknik bilmeyen Turk takimi son dakikalarda sansi ve kurnazligi sayesinde yari finale kadar gelmeyi basardi, diyor futbolun atasi Ingilizler.
Isvicre maci sonrasi “vay be, superdi, inanilmazdi” olan ilk anlik yorumlari, birkac saat icinde aslinda hak etmediler, cok kotu bir futbol vardi sahada, sans Turkler’den yanaydi gibi sozlere sahne olmustu. Bunlari duyunca elbette uzulduk biz. Hem Ingiltere’de yasayip hem de ceyrek finalde onlari 2-3 ve 2-0 yenen Hirvatistan ile karsilasaktik. Yorumlar belliydi zaten, Hirvatistan favoriydi sampiyonada ve kolay mi koskoca Ingilizler onlara yenilmisti, Hirvatlar kupayi alma yolunda Turkiye’yi iyi bir farkla yenmeliydi simdi. Isyerindeki Ingilizler, zor bir mac olacak ama belli mi olur belki son dakika yapariz birseyler yorumlarima karsi unutun bu hayalleri Hirvatistan’a karsi hic sansiniz yok deyip kestirip attilar hep. Gruptan cikmak bizim icin basariydi ve favori Hirvatistan’a yenilsek de olurdu, ama onlarin bu tavirlari beni cildirtmisti. Sadece bizi kucumsemelerinden utansinlar diye cok istedim yenelim Hirvatistan’i.
Ve yendik de. Yine son saniyelerde gelen muthis bir golle. Yine inanilmaz dediler, yine Turkler sansli, yine ortada teknik ve izlenecek birsey yok dediler, Hirvatistan cok iyi oynadi dediler, futbolcularini ovduler, bizimkilerle dalga gectiler, onlarin golunden sonra maca bitti gozuyle bakip Almanya Hirvatistan macindan ve Hirvatistan’in Almanya’yi rahatlikla gececeginden bahsettiler; ama mac sonunda dedikleri bir sey daha var ki, o da unutulmasi gereken gereksiz bir maci unutulmaz yapti Turkler!
Hollanda ve Italya da elendikten sonra, Ispanya da olmasa sampiyonada seyredilecek birsey kalmadigini yazdilar. Bizde zaten teknik yok, kabiliyet de yok, bu sefer cezali ve sakatlar yuzunden futbolcu da yok; Almanya gozu kapali alir bu maci Ingilizler’in gozunde. Yine de beni sevindiren boyle kesin hukumlere varip sonra da cekinip yine de belli olmaz diye yarim agizla da olsa emin olamamalari nihayet. Hadi Turkiye! Bu aksam da sustur kendini begenmisleri, bizi kucumseyenleri…
25 Haziran 2008 Çarşamba
1 Haziran 2008 Pazar
İspanya'dan Notlar
Aralık sonunda gittiğimiz Granada'da gece öğrencilerin takıldığı ucuz bira bulunan bir bara girdik. Ucuz biranın yanında tabak dolusu tapas geldi, Türk usulu çerez gibi. Barda müzik de vardı, ama radyodan. Hatta barmen arada beğenmediği şarkı çalınca gidip kanal değiştiriyordu cızırtılar arasından :)
Madrit'te akşam en işlek caddede gezerken yan sokağın birine gözümüz takıldı. Yüzlerce insan sokakta dikilmiş hafif yukarıda bir yeri izliyorlar. Ne oluyor ne var diye koşturup gittik. Konser mi, ünlü biri mi, gösteri mi nedir merak ettik. Alışveriş merkezi süslenmiş yeni yıl için meğer, insanlar da durmuşlar onu izliyorlar. Şaşılacak şey. Çerez, tatlı, balon satanlar da iş yapıyor hani inanılacak gibi değil. Akmerkez'in önünde Akmerkez'e aval aval bakan yüzlerce kişi düşünün ki bütün caddeyi kaplamışlar bir de!
Yine Granada'da, kiraladığımız arabayla şehir merkezini bulup otelimize giden yolu haritadan kavga dövüş ararken, yanımıza bir motorsiklet yanaştı kırmızı ışıkta. Camı çalıp, "Turist info, English, German, Italian...." diye bir kaç dil sıraladı. Adama nereye gittiğimizi ve otelimizin adını söyledikten sonra bize yolu tarif etti yol ortasında ve bastı gitti. Rüya gibiydi. Gerçek miydi, biz mi uydurduk; emin değiliz.
Seville'de ara sokaklarda bir müze araken yanımızdan tekerlekli ofis sandalyesi iten bir kadın geçti. Sandalye üzerinde alışveriş poşetleri doluydu. Şaşırıp kaldık.
Seville'de minik otelimize girdik, odamıza çıktık. Ben odayı beğenmedim, mümkünse başka odaya geçelim dedim. Aşağıya inip minik asansörle, resepsiyondaki kıza rica ettik, kız da başka bir odanın el kadar kocaman ve bardak altlığı kadar ince olan anahtarını verdi. Asansöre sıkışıp tekrar yukarı çıktık ve tam inecekken asansörden, elimden anahtar kaydı ve o minik asansörün daracık kapı aralığıyla kat arasındaki 1 cm'lik boşluğa girip aşağıya düştü. Hadi be dedik şansımıza. Kıza, başka anahtarı var mı oadanın diye sorduk tabii. Kız da aman bunu da kaybetmeyin diye bizle dalga geçti.
Seville flemanko dansının izlenmesi gereken bir yermiş. Çok turistik olmayan otantik bir yerde güç bela ertesi geceye bilet bulup, dansın başlamasına saat kala binaya gelip önümüzdeki 60-70 kişilik kuyruğa girip beklemenin sonunda, yerimize oturduk. Harika bir dans ve müzik başladı. Gözlerimizi alamadık sahneden ve karşımızda oturan Italyan aileden bir de. (sırada önümüzdelerdi ordan biliyorum İtalyan olduklarını) Babaanne, dede, baba ve çocuk fosur fosur uyukladı, anne ve diğer çocuk dansı izlerken. O kadar alkışa ve dans pabuçlarının çıkardığı seslere bana mısın demediler, ağızları bir karış açık uyudular en ön sırada hem de. Biletler de ucuz değildi hani.
Seville'de yine. Sokakta gezen alışverişçi insanlar çok yaygın. Dededen toruna herkes sokakta. Bir bebek arabası, içinde annesi kim ayırt edemeyecek kadar minicik bir bebek. Dedeyle baba hoppala kaldırdılar arabayı, çocuğa vitrindeki bibloları gösteriyorlar. Garip!
Madrit'te akşam en işlek caddede gezerken yan sokağın birine gözümüz takıldı. Yüzlerce insan sokakta dikilmiş hafif yukarıda bir yeri izliyorlar. Ne oluyor ne var diye koşturup gittik. Konser mi, ünlü biri mi, gösteri mi nedir merak ettik. Alışveriş merkezi süslenmiş yeni yıl için meğer, insanlar da durmuşlar onu izliyorlar. Şaşılacak şey. Çerez, tatlı, balon satanlar da iş yapıyor hani inanılacak gibi değil. Akmerkez'in önünde Akmerkez'e aval aval bakan yüzlerce kişi düşünün ki bütün caddeyi kaplamışlar bir de!
Yine Granada'da, kiraladığımız arabayla şehir merkezini bulup otelimize giden yolu haritadan kavga dövüş ararken, yanımıza bir motorsiklet yanaştı kırmızı ışıkta. Camı çalıp, "Turist info, English, German, Italian...." diye bir kaç dil sıraladı. Adama nereye gittiğimizi ve otelimizin adını söyledikten sonra bize yolu tarif etti yol ortasında ve bastı gitti. Rüya gibiydi. Gerçek miydi, biz mi uydurduk; emin değiliz.
Seville'de ara sokaklarda bir müze araken yanımızdan tekerlekli ofis sandalyesi iten bir kadın geçti. Sandalye üzerinde alışveriş poşetleri doluydu. Şaşırıp kaldık.
Seville'de minik otelimize girdik, odamıza çıktık. Ben odayı beğenmedim, mümkünse başka odaya geçelim dedim. Aşağıya inip minik asansörle, resepsiyondaki kıza rica ettik, kız da başka bir odanın el kadar kocaman ve bardak altlığı kadar ince olan anahtarını verdi. Asansöre sıkışıp tekrar yukarı çıktık ve tam inecekken asansörden, elimden anahtar kaydı ve o minik asansörün daracık kapı aralığıyla kat arasındaki 1 cm'lik boşluğa girip aşağıya düştü. Hadi be dedik şansımıza. Kıza, başka anahtarı var mı oadanın diye sorduk tabii. Kız da aman bunu da kaybetmeyin diye bizle dalga geçti.
Seville flemanko dansının izlenmesi gereken bir yermiş. Çok turistik olmayan otantik bir yerde güç bela ertesi geceye bilet bulup, dansın başlamasına saat kala binaya gelip önümüzdeki 60-70 kişilik kuyruğa girip beklemenin sonunda, yerimize oturduk. Harika bir dans ve müzik başladı. Gözlerimizi alamadık sahneden ve karşımızda oturan Italyan aileden bir de. (sırada önümüzdelerdi ordan biliyorum İtalyan olduklarını) Babaanne, dede, baba ve çocuk fosur fosur uyukladı, anne ve diğer çocuk dansı izlerken. O kadar alkışa ve dans pabuçlarının çıkardığı seslere bana mısın demediler, ağızları bir karış açık uyudular en ön sırada hem de. Biletler de ucuz değildi hani.
Seville'de yine. Sokakta gezen alışverişçi insanlar çok yaygın. Dededen toruna herkes sokakta. Bir bebek arabası, içinde annesi kim ayırt edemeyecek kadar minicik bir bebek. Dedeyle baba hoppala kaldırdılar arabayı, çocuğa vitrindeki bibloları gösteriyorlar. Garip!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)