31 Ağustos 2019 Cumartesi

Yurtdışındaki Komşuluklar

Deniz aşırı ülkelerde komşuluk ilişkilerinde yeni bir davranışa rast geldim... 



Kabul etmeliyim ki misafirperverlikte biz Türkler'in eline su dökecek millet yok - belki Hindistan - bu yüzden az da olsa bir beklentimiz mi oluyor bilmiyorum...

Çocuktan önce 'İçkini kap gel, mangal yapıyoruz etini al gel' türü davetlerle karşılaştığımız İngiltere'de, bir süre sonra bu davranış normal geldi. Sonuçta gittiğin eve 'Ev hediyesi' götürmek yerine ya da tatlı götürmek yerine 'Ne getireyim?' diye sormak ve istenmeyecek bir sürpriz yerine verilen yanıta göre bir şey seçmek daha mantıklıydı. Biz de benimsedik; yemeğe çağırdıklarımız sorunca 'İçecek getir ya da tatlı getir' diyebildik. Böylece davetin tüm sorumluluğu da üstümüze kalmıyordu. Ağırlayan memnun, gelen memnun ne götürsem diye düşünmediğinden.

Bebek olduktan sonra, play-date ya da coffee morning buluşmalarına genelde eli boş gidilir ya da bakkaldan bir kutu çay/kahve yanına gidecek ufak bir şey götürülür. Her iki durum da normal bence; ya da şöyle diyeyim: 
İspanyol, Türk, Hintli, Polonyalı, İsviçreli, Meksikalı, Fransız, Uzak Doğulu, Romanyalı çoğunlukla ufak bir şey getirir. 
İngiliz, Avustralyalı, Alman, Amerikan, Avusturyalı belli olmaz, getirebilir de getirmez de...

Misafirlikte başıma gelen ilginç olaylara gelince...

İngiltere'de bir İngiliz arkadaşın evinde 6 aile toplanacaktık, biz hariç hepsi İngiliz idi. Herkes gelirken bir şey getirecekti; paylaştık. Yemek bitip de ayrılma vakti geldiğinde, meyve salatası getiren İngiliz, servis tabağında artan salatayı alıp evine götürdü. Sen olsan ne yapardın?

Sanırım ben; salatayı çöpe döker tabağımı geri alırdım. Ya da orada bırakır, tabağı sonra alırım derdim. Hatta bu kalan meyveleri bir tabağa dökelim, ben tabağımı alayım da diyebilirdim. Bu olay bana garip gelmişti. Hala da garip gelir.

Faakt onlara göre değil. Çünkü:

Amerikalı bir ev sahibine giderken kiş yapıp götürdüm. Yemekten sonra, eve dönerken tabağıma kişin kalanını koyup elime tutuşturdu. Yok dedim, olmaz! Asla kabul edemem :D

Geçenlerde Zürih'te evine kahve içmeye davet etti bir Amerikalı anne. Çocuklardan, okuldan konuşuruz dedi. Giderken de bir paket İsviçre bisküvisi götürdüm. Peki ne oldu biliyor musunuz? O anne beni masaya oturtup bir bardak su verdi ve oturduğum 1 saat 10 dakika boyunca 'Kahve içer misin? Çay ister misin?' demedi mesela... Hatta daha da garibi, ben otururken o karşımda mutfağını topladı, öğle yemeğine pizza ve salata yaptı. Konuştuğumuz sürece yanıma gelip 2 dakika sandalyeye oturmadı... Hatta 30 saniye oturup 'Kusura bakma, çocuklara yemek hazırlayacağım seninle oturamam' dese garip kaçmazdı; ama garip işte. O zaman dedim ki 'Yazık bu anneye... Kendisine 2 dakika oturup su içmek için bile vakit harcamıyor'. Bir daha görüşelim dediğinde ayrılırken, elbette; ama bu kez bende... dedim. Çünkü nasıl konuk ağırlanır bir de bizde görsün :-)

Öte yandan Hindistanlı komşum; heme bana gelirken mutlaka eli dolu gelir; hem de ben gittiğimde masayı donatır. Kahve için 5 dakika uğrasam da, yiyecek koyar mutlaka masaya.

İsviçreli ise boş gelmez; yemeğe davetliyse çikolata ve şarap kesin getirir. 

E sizde komşuluklar nasıl?


10 Mart 2019 Pazar

Gezgin Anne'den Seyahat Önerileri - Yeni Kitap



Sonunda... 
Nihayet, kitabımı yazmayı bitirdim. Basım aşamasında şu an...

Kitap adı biraz uzun oldu; ama hangi kısmını kesip atacağımı bilemedim. Bebekle hayatın ve seyahatin her aşaması birbirinden farklı ve keyifli, hamilelikte bile...

Üstelik ben bu yollardan 1 değil, tam 2 kez geçtiğimden kitapta denenmemiş, onaylanmamış yöntem yok :-)

Umarım beğenirsiniz...


Kitap Adı: Gezigin Anne'den Seyahat Önerileri, Hamilelikte, Bebeklerle ve Çocuklarla Yolculuk ve Tatil Rehberi
Yazar: Deniz Özgül
1. Basım: Mart/Nisan 2019

Satışı yakında: Idefix, D&R, Kitapyurdu, Google Books, Amazon, vb. online kitabevlerinde...


27 Eylül 2018 Perşembe

Ebeveynlerden Biri Yurt Dışına Giderse?

Yurt dışında yaşayınca çekirdek aile olarak kendi yağımızda kavruluyoruz çoğu zaman. Hatta her zaman! Bazı zamanlar oluyor ki, sevgili kocam iş için başka bir ülkeye yatılı gitmek durumunda kalıyor. İşte o zaman alıyor beni bir panik!

İki küçük çocuğum var. Evimin düzenini bilen başka biri yok. Evime düzenli gelen de yok. Tüm gün bir şekilde çocuklarla git-gel, okul-kurs, öyle-böyle geçiyor. Akşam onları uyutup sonra yattım mı geliyor bana kara düşünceler...

Ya uyur da sabah uyanamazsam. Uykumda kalp krizi geçirsem, ya da sebebi bilinmeyen bir şeyden ötürü bayılsam, felç olsam, uyanamasam ne olur diye...

Sonra senaryo canlanıyor gözümde; sabah bir vakit çocuklar uyanırlar, oyuna dalarlar. Sonra büyük, 7, okula gitmek aklına gelince beni uyandırmaya gelir. Fakat anne uyanmaz. Kardeşi de, 3.5, gelir.

1- Uyanamadım diye ağlarlar...
2- Uyanamadım deyip başımdan gidip oynamaya devam ederler ya da mısır gevreği yerler çünkü onu hazırlamasını biliyorlar...

Okuldan öğretmen arar niye gelmedi oğlan okula diye; ama benim telefonum uçak modunda olduğu için çalmaz. Babasını ararlar, o da genelde telefonlarını duymadığı ya da açmadığı için açmaz.

Çocuklar dışarı çıkmak isteseler, kapı kilitli. Anahtarı çevirmeyi becerirlerse belki dışarı çıkarlar; ama sonra? Ne yaparlar acaba?

Büyük oğlan telefonumun kilidini açmayı biliyor; ama uçak modunu değiştirmekten bir haber...

Sonra gazetenin 3. sayfasında çıkarız: Çocuklar ölü anneleriyle 35 saati aynı evde geçirdikten sonra balkonda ağladıklarını fark eden mahalleli tarafından kurtarıldılar...

Ya işte bu da yurt dışında yaşamanın en stresli olduğu zamanlardan biri. Aynı şey yolda da olabilir tabii ki. Okula, çocuğu almaya giderken gerçekleşen bir trafik kazası... Orada belki kimlik bilgisine ulaşmak daha çabuk olacağından olay daha hızlı çözülebilir. Sadece bir süre okulda annesi almaya gel(e)mediği için ağlayan çocuğu öğretmenlerin oyalaması gerekebilir. Görüldüğü üzere bu senaryoda da baba yok.

Sonra çocuklar alınıp nereye konulur? Babaya haber ulaşsa da, onun eve ulaşması Amerika'nın batı kıyısından 10-12 saat sürecek. Ölü anne, olmayan baba ve kimsesiz çocuklar! Hadi gel de uyu şimdi...

30 Haziran 2018 Cumartesi

Baş Örtüsü ve Bikini Sorunu

         

Üniversite yıllarına kadar baş örtüsünün sorun olduğunu bilmiyordum. İzmir'de büyümüş, Rum ya da hacı komşularımız olan bir semtte büyümüştüm. Herkes eşitti bana göre...

Üniversiteye başladığımdan sınıfta başı örtülü iki kız arkadaşımız vardı. Biri yurtta kalan, bizi 'dini muhabbetler' yapılan evlere davet ederdi. Gitmezdik. Çünkü o yaşlarda din ilgimi çeken son şeydi. Diğeri ailesiyle İstanbul'da yaşayan, başı örtülü olsa da bizim yaptığımız her şeye katılan, makyajını yapan, araba kullanan, bara da gelen birisiydi.

Son senemizde baş örtüsü ve üniversite olayları karşı karşıya geldi. Mağdur olan arkadaşlarımızın yanındaydık o gün. Çünkü ben mini etekle okula geliyorsam o da baş örtüsüyle gelebilirdi.

1999'da mezun olduğumda, Süleyman Demirel'in de diploma töreninde bulunduğu törene, baş örtüsüyle mi yoksa perukla mı katılacakları tartışılıyordu.

Sonra türban çıktı... Açıkçası baş örtülü arkadaşlarıma ne kadar destek verdiysem türbana o kadar karşıydım. Yıllardır olmayan bir şey ortaya çıktı ve iktidarın değişmesiyle her şey türbana bağlandı. Yattık türban, kalktık türban... Bu sırada elbette benim gibi mini etek, askılı bluz, bikini giyinenlere laf edilmeye başlandı. Resmen gruplaşma, kutuplaşma ve birbirini kötüleme. Biz de o çarkın içine çekildik zamanla.

Türban sorunu artık sorun değil; hatta tam tersi son yıllarda mahalle baskısı ile saçı-başı açık olanlar aleni şekilde hedef gösterilmeye başlandı. İktidarın türbanı koruduğu kadar açıkları da koruduğunu sanmıyorum. Hatta din adamı geçinen kişilerin özellikle kışkırttığını düşünüyorum.

8 sene Londra ardından 4 senedir İsviçre'de yaşıyorum. Bu süre zarfında başı açık-kapalı bir çok insanla tanıştım, çalıştım, aynı ortama girdim. Kimsenin bir diğeri hakkında yüzüne ya da arkasından laf ettiğini görmedim, duymadım.

Bugün alt komşumla karşılaştık; kendisi Hintli ve müslüman. Başında örtü yok. Plaja gideceğimizi söyledim. O da bana kıyafetle plajda durduğu için herkesin ona garip baktığını söyledi. Eşinin ailesinin hicab giyindiğini, kendisinin açık olduğunu; ama yine de mayo giymediğini anlattı. 'Boşver' dedim ona; ama açıkçası şaşırdım da. Benim gittiğim plajda birçok insan kıyafetiyle oturuyordu; kimi Doğu Avrupalı kimi İsviçreli. Göle girmek şart değildi ve onlara hiç 'dini' açıdan mayo giymiyorlar gözüyle bakmamıştım. Belki komşumu da aynı plajda görseydim, ona da dini sebeple giyinik demeyebilirdim. Fakat onu, bu durum rahatsız etmişti. Üzüldüm...

Bardağın diğer yönünden farklı bakabildim bugün yine eskisi gibi. Yapabileceğim bir şey var mı? Yok elbet! Azınlık olmak zor.

Tüm resme bakarsan ben de İsviçre'de bir Türk olarak azınlığım. Almanca bilmediğim için bir ortamda kimseyi anlamadığımda azınlığım. Ya da İsviçreli birisi 'Sen Türkiye'de türban mı takıyorsun?' deyince kendimi açıklamak zorunda kaldığım için azınlığım. Din konusu açıldığında azınlığım. İnce düşünürsek kendimizi ksııtladığımız öyle çok konu var ki; ama sanıyorum 40 yaş ardından bunların hiç biri 'takacak' derece dert olmuyor.

Boşverin onu bunu, ne isterseniz giyin. Kim nasıl giyiniyorsa giyinsin karışmayın. Laf etmeyin. İşiniz mi yok?






27 Haziran 2018 Çarşamba

Ömür Boyu Annesiyle Yaşayan Erkekler


Evlenmeden önce yıllarca kocamın ailesinin evine girip çıkmıştım. Evet, evlenene dek ailesiyle yaşamıştı. Evin en küçüğü olduğundan belki de hiç ayrı eve çıkmayı istemedi, dillendirmedi. Ekonomik sebepler bir yana işe girince de onlarla yaşamaya devam etti.

Annesi bazen laf olsun diye sorardı 'Bir ekmek kaç para?' diye... Rahat tabii, hem erkek yani kimseye hesap vermiyor eve geç dönerken. İstediği yere istedikleriyle tatile gidiyor. Hem de evde hazır yemek her daim var. Arkası toplanıyor, çamaşırı-bulaşığı yıkanıyor. Niye çıksın ki ayrı eve?

Evlenince mecbur çıktık tabii...

Evlerine sıklıklıkla gidip geldiğimden; annesi teyze, babası amca olduğundan bana, bol bol çekişmelerine de kulak misafiri oldum. 'Öff anne' gibi... Hangimiz annemizin dırdırını işitmedik ki? Hangimiz annemize 'Off sonra yaparım' demedik ki? Ya da hangimiz şimdi çocuklarımızdan öyle laflar yemiyoruz ki?

Neyse evlenip eve çıkınca, sevgili kişisi olarak evlilik hayatına başlayan ben yavaş yavaş eş, hayat arkadaşı ve çocuklarının 'annesi' oluverdim. Onların annesi olunca otomatikman bizim kocanın da annesi gibi oldum. Çünkü çocukların arkasını toplarken onun da arkasını toplamak durumunda kaldım; örneğin misafir gelecek. Eşyaları salonda koltuk üzerinde... Öyle mi kalsın? Ya da bulaşık makinesini çalıştıracağım kahve fincanları çalışma masasında kalmış... Elbette onunkileri de söylenerek toplamaya başladım zamanla. Çocuklara söylenirken ona da söylenmeye başladım... Evet, şu an gençliğinde annesinin yaptığı dırdırı şimdi ben yapıyorum. Çünkü bizi bu hale kendisi getirdi.

Hiç mi yardımcı olmuyor? Oluyor elbette. Dedim mi yapıyor örneğin. Demedim mi bir mühendis olarak bulaşık makinesine bardakları ters değil düz yerleştirebiliyor. Binlerce kez makine boşalttığı halde, yerleştirme kısmına kafa basmıyor.

Peki amaç şu; ben şimdi bir erkek evladı yetiştiriyorum. Neyi doğru yapsam da bizimkinin karısı çemkirmese, kapı önüne koymasa oğlanı diye düşünüyorum. Oyuncakları ve odasını toplama işini veriyorum; ama yemekleri yere döküp saçtı mı kızıyorum. Dökülenleri temizletiyorum. Kıyafet seçme becerisi hiç yok; onu bu konuda cesaretlendirmeye çalışıyorum. Evde değil; ama okulda düzenli, tertipli bir çocukmuş. O kısmı eve de uyarlamak için çabalamaya başlıyorum. Yoksa ileride yandı!

Ağaç yaşken eğilir ya da soy çıkar huy çıkmaz mı?

Ben de üniversite çağında kapının önüne koyarım ne o öyle evlenene dek benle mi oturacak? Zaten evlenmez de bu yeni nesil!

2 Haziran 2018 Cumartesi

Erkekleri Anlayamıyorum ve Uyku

Hayatımda son 7 senedir aynı evi paylaştığım 2 erkek var. Ondan öncesinde aynı evi paylaştığım erkek sayısı 1 idi. Ya eşim ya babam ya da üvey babam...

Son 7 senem çoğunlukla erkekler arasında geçti diyebilirim. Yine de onları anlayabilmem imkansız! Örneğin oğlum, neredeyse 7 yaşında, akşam zorla uyuturum... Uyku sevemeyen biri... Bu sabah 5:40'ta uyandı mesela. Uykusu gelmedi, gelmiyor. Gündüz hayatta uyumuyor, gece de!

Bir keresinde Avrupa'nın ortasından taa Japonya'ya uçtuk. Jetlag bile olmadı. Akşam 9'da uyudu, gece bir saat kadar uyanık kaldı; ama sabah 8'de uyandı. Güne normalmiş gibi devam etti.

Kocam ise, o da bir erkek, gündüz koltuk buldu mu uyur. Anında... Bazen ortadan kaybolur mesela, bakarsın bizimki içerde horluyor ev gürültüden inlerken. Akşam yatmak bilmez, sabah erken kalkar. Gün içinde ise yatay pozisyona geçecek an buldu mu maşallah davul çalsa umrunda olmaz.

Ben de küçükken gıcıktım. Sesten rahatsız olur uyuyamazdım. Korkardım uyuyamazdım. Uykum gelirdi, yatağımda değilsem uyuyamazdım. Yatakta aklıma birşey takıldı mı uyuyamazdım. Gece çişe kalktım mı uykum kaçardı, uyuyamazdım. Hala da öyleyim. Sacede uyuyamayınca daha sinirli ve huysuz oluyorum. Gıcık!

Eskiden uykusuz kalsam sorun etmezdim. Son 7 senedir ise uyandırıldım mı çıldırıyorum. Sinir, kızgınlık, huysuzluk... Genelde beni uyandıran da evin 'sabahçı erkekleri' oluyor. Çünkü genelde ben sabahları kendim uyanmak istiyorum. Kendi kendime...

Kızım canı isterse uyur, istemezse uyumaz. Uyumazsa sorun yapmaz. Uykusu gelirse sebepsiz ağlar.

Oğlumu ise bir gün hiç uyutmamak istiyorum bakalım ne yapacak? Kaç saat dayanacak?

28 Mayıs 2018 Pazartesi

Varlığım Varlığına Armağan mı?

Pazar akşamları genelde evde kaos oluyor. Çocuklar hafta sonu bitiyor diye üzülüyorlar, ertesi sabah erkenden hepimizin evden çıkması gerekiyor. Artı biz çıkarken ev temizliğine haftada bir gelen Aura için evdeki yayıntıları, oyuncakları, özel eşyaları vs toplamak gerekiyor.


Normalde 7/24 annelik yapıyorum biliyorsunuz. Bir Pazar akşam üzeri tesadüfen anneler grubu olarak toplandık. Dışarı çıkmadan önce çocuklara (ve Mr B'ye) 'Bakın akşam geç geleceğim ve o saatte evi toplamak istemiyorum. Eğer eşyalarınızı toplamadan yatarsanız elime çöp poşeti alacağım ve hepsini ona dolduracağım' dedim. Babalarına da tembihledim hatırlatmasını.

Akşam eve geldiğimde saat 9'u biraz geçiyordu. Çocuklar yatmıştı. Mr B'nin yanına oturdum. Bir süre sonra kalkıp yatmaya hazırlanırken, iş bölümü yaptığımız için onun payına düşen çamaşırları katlaması gerektiğini hatırlattım. 'Katlamam' dedi. Yerde duran çocukların eşyaları gözüme ilişti ve elime çöp poşeti alıp içine doldurmaya başladım ortadakileri. Çalışma odasında Mr B'nin 3 gündür alıp kaldırmadığı kotunu da poşete atarken söylendim.

Bana 'Çocuklarla butün akşam evi topladıklarını, bütün gün yorulduğunu, benim yaptıklarını görmeyip yapmadıklarını söylememin çok yanlış olduğunu' anlatmaya başladı. Teşekkür etmemişim mutfağı topladığı için örneğin... (Lavaboda tencere, tava kirli halde duruyordu mesela %50 toplanmış mutfak için ona teşekkür etmem gerekiyormuş)

Ben de 'Eve geldiğimde ortadaki her şeyi çöp poşetine dolduracağımı belirtmiştim, onu yapıyorum' dedim. Üstelik öğleden sonra 2'ye dek mutfaktan çıkmayan bendim. Bir akşam yemeği için dışarıya çıkmam, onun da benim vazifelerimi (hatta bir kısmını) yapması karşılığında teşekkür belgesi istiyordu.

O zaman bana niye son 7 senedir kimse teşekkür etmiyor? Çamaşırları renklerine ayırıp yıkadığım için, yemek yaptığım için, çocukları okula götürüp eve getirdiğim için, ödevlerine yardım ettiğim için, sofrayı hazırladığım için, her gün bir kez bulaşık makinesi boşaltıp defalarca doldurduğum için? Neden 'Ay alışveriş yapmışsın, teşekkür ederim çocukların da sütü bitmişti' denmiyor.

Ya da sorun bende belki. Ben de teşekkür istemeliyim her yaptığım için. 'Bak sana tuvalet kağıdı aldım, teşekkür et' demem gerek. Bak karnımda 2 adet çocuğunu besleyip, büyüttüm, doğurdum; bana teşekkür et. Memelerimden süt çıkartıp çocuklarımızı aylarca emzirdim, teşekkür ettin mi mesela? İş seyahatlerine çıktığında çocuklara, eve ve kendime yetebiliyorum teşekkür beklemeden. Sen yapabilir misin bunu?

Bazen tepem bir atıyor, diyorum çek git bir 7 gün 7 gece... Bakalım kim ekmek alıyor eve, kim kıyafetleri yıkayıp hava durumuna göre giydiriyor çocukları. Kim akşam ne pişireceğim diye düşünüyor, çocuğu aşıya-dişçiye götürüyor. Ve bir kez olsun bu yaptıkları için de 'teşekkür etmedin!' diye hır çıkarmıyor...

Bir düşün...

Diyorum. Sonuçta ben de bunları yapmak için dünyaya gelmedim; ama yapmak zorunda kalıyorum ve elimden gelen en iyi şekilde de yapmaya çalışıyorum. O yüzden sen de savsaklama, elinden gelen en iyi şekilde yap. Yapmıyorsan da yaptıkların için teşekkür bekleme... Aferin...