15 Aralık 2016 Perşembe

Şehitlikler Taştı!


Akp iktidarı ve öncesinde bilirdik ki ‘Şehitler ölmez, vatan bölünmez’. Güneydoğu’dan şehit haberleri gelirdi arada bir kendimi bildim bileli. Askerlik bu bir bedeli olacak tabii diye düşünürdüm belki de...

Akp iktidara geldiğinden beri şehitler sadece Güneydoğu Anadolu’dan değil, her yerden gelmeye başladı. Gemi batar, şehit… Tren kazası, yolcusu - makinisti hepsi şehit… Ankara veya İstanbul göbeğinde bomba patlar, onlar da şehit… Günaydoğu’daki askerler ve siviller şehit. Kömür madenindekiler elbette şehit. Darbede ölen vatandaş şehit, darbeci asker ise şehit değil diyorlar, niye ki madem o da şehit. Gezi olaylarında ölen gençler çapulcu, ölen polis olursa o, şehit. Eskiden ölen Fetöcüler şehit, şimdiki Fetöcüler hain...

Kimin işine nasıl geliyorsa o şehit öbürü hain. Birine ağlayın, öbürüne haketti deyin. Böyle mi? Halep’te ölen şehit ile aynı sebeple Türkiye’de ölen hain… Ben çözemedim bu işi. Bombayı patlat şehitsin der bir yan, bomba patladı masum insanlar şehit oldu der öte yan.

Bildiğim tek şey, kimsenin şehit olmadığıdır artık. Yok öyle birşey! Kandırmaca hepsi. Ancak bir uğurda ölürsün, o da ahmaklık bana kalırsa. Cebine bomba koymak da, sivile ateş açmak da başkasının ekmeğine yağ sürmektir. Kimse bu yolda öldün diye, öldükten sonra sana madalya vermez, kahraman ilan etmez. Öldün, gömüldün. Etlerin çürüyecek, kemikler kalacak. Yıllar sonra bir ölünün diğerinden farkı kalmayacak. Ölüm bu, gerisi yok...

Şehitlik, akıllıların uydurduğu ve aptallara sattığı kandırma şekli. Madem şehit olmak güzel, neden kendileri gidip ön cephede yer almazlar? Yüzlerce koruma ile gezerler. Ne de olsa birşey olursa şehit ilan edilecekler...

Eskiden umursamazdım ölümü. Şimdi önemli, bana bağımlı çocuklarım var. İlk düşündüğüm onlar. En iyi ben bakarım onlara, bana ihtiyaçları var. Sonra büyüdüklerini görmek isterim. Nasıl bir delikanlı olacak? Nasıl bir güzel bir kız olacak diye… Nasıl beraber ‘yere yemek dökme oğlum’ demeden yemek yiyeceğiz diye...

Sizin yok mu hiç kimseniz? Birilerini yola getirmek için kan dökerek şehit olmaya bu kadar can atarsınız...

21 Ekim 2016 Cuma

Ölüm Yanıbaşımızda

Her sonbahar sevdiğim birileri gidiyor bu dünyadan...


Eskiden ne güzeldi, aklıma ölmek hiç gelmezdi. 'Daha yaşanacak çok yılım var, yaşlılar ölür’ der geçerdim…


Sonra gençler de ölmeye başladı. Aslında ölüyordu da belki ben bilmiyordum o zamanlar. Sonra çocuklar da öldü, duyduk. Uzaktaydı; ‘Aaa, tüh, vah’ dedik. Bitti. Unuttuk...


Yaş büyüdükçe yakınlardan gelen ölüm haberleri duymaya başladık. Ta ki en canımız dedemi kaybedene dek. Talihsiz bir kaza sonucu kaybettik onu ılık bir sonbahar günü. Kızgın bir gencin, 75 yaşındaki adama arkadan vurması sonucu yere düşmüş, kafasını kaldırıma çarpmış ve beyin kanaması geçirmiş. Olaydan birkaç saat sonra işyerindeydim haberi aldığımda. Kalbim yerinden çıktı hastaneye kaldırıldığını duyunca. Koşup kardeşimle buluştum, otobüse atlayıp Balıkesir Devlet Hastanesi’ne vardık geceyarısı. Onca yol konuşamadık, ettiğimiz tek kelime, ‘Anneannem ne yapıyor acaba?’ oldu. Kim bilir neredeydi? Annemin de Balıkesir’e doğru yolda olduğunu biliyorduk. Sonra onu alıp İzmir’e götürsek de olmadı. Kurtaramadık, kurtulamadı. Başkasının öfkesi yüzünden vedalaşamadan gitti. Tam 11 sene önce...


Sonra en yakınlarımdan babaannemi kaybettik sonbaharın kışa henüz dönmediği bir zamanda. Yaşlıydı, hastaydı. Evinde, sevdikleriyleydi. Artık bu dünyadan gitmek istediğini belli eden cümleler kurmuş yanındakilere. Bu kez haberi aldığımda başka bir ülkede yaşıyordum. Yeni doğum yapmıştım. 5 sene önce...


Uzak akrabaların, komşuların, tanıdıkların ölüm haberleri geliyor. Bazı ölümler uzak da insanı sarsıyor. İyi insanlar onlar. Filmlerini izlediğimiz, şarkılarını dinlediğimiz ya da bir yerde karşılaştığımız.


Bu sonbahar da çok iyi, çok insan bir komşumuzu kaybettik. Sıralı ölüm değildi, beklenen bir şey değildi, önemsiz bir hastalıktı. Ölümün yakışmadığı bir insandı neşesiyle, muhabbetiyle, yardımseverliğiyle, sevgisiyle, ilgisiyle, düşünceliliği ile. Kendi teyzem kadar sevmişim ki, kendi teyzem ölse bu kadar üzülürdüm. Uzun zamandır tanımıyordum, belki hayatımda 20 kez görmüştüm; ama demek ki beni etkileyen özel insanlardan biri olmuş. Hala inanamıyorum ölümüne. Yakınlarının beklemediği bir şeydi; kim bilir onlar ne haldeler? Nasıl üstesinden gelecekler?


Öte yandan sırf yanlış zamanda yanlış yerde olduklarından dolayı birçok can gidiyor; belki her saniye bir canlı ölüyor. İnsan kendi ölümünü düşünmeden edemiyor; trafik kazası, kaldırımda yürürken üzerine çıkan bir kamyon, bir manyağın canlı bomba olması, yolda yürürken kafana saksı düşmesi, sana kızan birinin bıçak çekmesi, bindiğin uçağın düşmesi, tren kazası, saçma sapan bir hastalığa yakalanmak gibi olmadık şeyler yanında yaşlanıp kendi yatağında ölmek bir lüks.


Yakın biri ölünce insan kendi ölümünü düşünmeden edemiyor. Aptalca bir nedenden dolayı ölmek istemiyorum. Birinin hatası yüzünden de ölmek istemiyorum. Aptal bir mikrop, çaresiz bir hastalık yüzünden de ölmek istemiyorum. Aslında ölmeyi hiç istemiyorum. Çocuklarımın büyümesini, bana ihtiyaçları kalmamasını görmeyi diliyorum. Sonra da kendi hayatımda yapamadıklarımı yapmayı… Daha uzun bir süre bu dünyada kalmayı istiyorum.


Fakat öyle bir dünyadayız ki, evden çıkınca geri döneceğimizin garantisi yok bazen. Bir gün öleceğini bilen; ama ne zaman ve nasıl öleceğini bilmeyen tek canlıyız. Yine de ‘Hiç ölmeyecekmiş gibi; ama yarın ölecekmiş gibi’ yaşamayı bilmiyoruz.

3 Eylül 2016 Cumartesi

Hala da Düşünüyorum...



Bu aşağıdaki yazıyı 3 sene önce yazmışım: 

İşi-gücü bırakıp oğluma bakmak için evde kalmayı tercih ettim; ama doğru mu yaptım diye düşünüyorum...
Oğluma yeteri kadar sevgi verebiliyor muyum diye düşünüyorum...
Büyüyen, kendini birey olarak görmeye başlayan oğlumu doğru kalıplara sokmak için kendim stres içinde boğuluyorum diye düşünüyorum...
Hayat boş, anı yaşa dediğim zamanlarda doğru mu yaptım diye düşünüyorum...
Küçük ayrıntılara o kadar takıyorum ki, olayın bütününü görmüyorum diye düşünüyorum...
Kendime yeterince zaman ayıramadığım için mutsuz oluyorum diye düşünüyorum...
Oğlumun, ev işlerinin, sorunların ve hayatımın kaynağını babasına yüklüyorum diye düşünüyorum...
Sorunlu bir çocukluk mu geçirdim acaba diye düşünüyorum...
Neden herşey bu kadar ters gidiyor diye düşünüyorum...
Acaba gün gelir de oğlum bana karşı tavır alır mı diye düşünüyorum...
Hayatta kimse beni oğlum kadar sevmiyor (1-2 yaş civarı için konuşuyorum) diye düşünüyorum...
Oğlum doğduğundan beri eşim beni eskisi kadar sevmiyor mu acaba diye düşünüyorum...
Ya gün gelir de eşimle yollarımız ayrılırsa oğlum ne yapar diye düşünüyorum...
Oğlumu iyi bir insan olaran yetiştiriyor muyum diye düşünüyorum...
Kızgınlık anımda oğluma söylediklerimi ilerde hatırlar mı acaba diye düşünüyorum...
Hayat çok çabuk geçiyor artık diye düşünüyorum...
Kendimi nasıl daha sağlıklı ve mutlu yaparım diye düşünüyorum...
Neden bu bloğa yeteri kadar yazı yazmıyorum diye düşünüyorum...
Neden hiçbir şeye vaktim yok benim diye düşünüyorum...
Uyumayı çok seven benim gibi bir insan neden çocuk sahibi olur diye düşünüyorum...
İkinci çocuk lafı ederken acaba altından kalkabilecek miyim diye düşünüyorum...
Neden hep kendimi yalnız hissediyorum diye düşünüyorum...
Oğlumu aktiviteden aktiviteye koşturturken abartıyor muyum diye düşünüyorum...
Kreşe başlaması için erken mi acaba diye düşünüyorum...
İki sene nasıl da çabuk geçti diye düşünüyorum...
Oğlum hiç büyümesin diye düşünüyorum...
Zaman dursun artık, yaşlanmayayım diye düşünüyorum...
Etrafımdaki sevdiklerim de yaşlanmasın diye düşünüyorum...
İyi bir insan olmak için çabalıyor muyum diye düşünüyorum...
Oğlum bizimle uyusa ne olur ki diye düşünüyorum...
Neden kilo veremiyorum diye düşünüyorum...
İnsan çok fazla sevdiğine nasıl kızabilir diye düşünüyorum...
İkinci çocuğum olur da olursa ilki kadar sever miyim diye düşünüyorum...

Şimdi ise son madde dışında hala aynı şeyleri düşündüğümü farkediyorum. Oğlumun kaygılarına ilave kızınkiler de başladı. Beni en çok seven ise yaşı itibarı ile oğlum değil artık kızım olsa gerek. Yalnızlıktan sıkılmıyorum, aslında artık yalnız kalmak istiyorum diyorum :)

Bu birkaç cümle haricinde hala aynı yerde olduğum için hayat hızla geçerken yerimde saydığımı düşünüyorum.
Aklımda deli planlar var; ama onları gerçekleştirmeye hevesim, cesaretim ve zamanım olmadığını düşünüyorum.
Zamanın güne, aya, mevsime, yıla yetmediğini düşünüyorum.
Gündelik mecburi işler yerine çocuklarıma daha çok zaman ayırmayı düşünüyorum.


8 Nisan 2016 Cuma

'Ya Adam Beni Seviyor!'

Dün buluştuk 3 kadın, 3 anne. Üçümüz de evliliklerimizin 8 yılını geride bırakmışız. Hatta bizimki 10 olacak bu sene...

Ordan burdan konuşurken laf geldi kocalarımızı çekiştirmeye. En çok konuşanımız başladı anneliğe ne kadar kendini adadığına ve çocuk yüzünden kocasını çok ihmal ettiğine dair anlatmaya. Hepimiz bir şekilde kocamızı ihmal etmiştik tabii ki. Bebek ile yaşamak kolay mı? Bazı kocalar da karısını ihmal etmişti bebeği ön plana alarak. Örneğin benimki. Onunki ise kendini dışlanmış görmüş, arkadaş toplantılarına yalnız gitmeye başlamıştı bebek ardından. 'İyi ki beni aldatmadı' dedi. Şimdi bile 6 yaşını geçen kızını bırakıp bir yere gitmediğini söylüyor. Kocası ise, 'Artık büyüdü, karı-koca baş başa kaçarız bir yerlere' diyormuş. Durdu. 'Ya adam beni seviyor, benimle vakit geçirmek istiyor, muhabbetimi seviyor' dedi.

Ne güzel...

Ben ve diğer anne ses çıkarmadık. Ben emin değildim kocamın beni hala o kadar sevdiğinden, benimle baş başa vakit geçirmek isteyip istemediğinden. Hatta muhabbetimi sevdiğini bile ima etmemiştir şimdiye dek. Belki yeterince olgun bir ilişkimiz yok henüz. Dedim ya ikimizin de önceliği çocuklar. Belki çocuklar daha küçük, daha çok bize bağımlılar. Belki de bizim normalimiz bu. 5 yıldır gözlerimizin içine bile bakmadığımızdan belki birbirimizi anlamaz olduk bakışlarımızdan. Hayatımızdaki küçük insanların gözlerinin içindeyiz çünkü. Onların ellerini tuttuğumuzdan, birbirimizin eline dokunmayı unuttuk. Dengeyi kuramadık sanıyorum.

14 Mart 2016 Pazartesi

CAN GÜVENLİĞİM YOK, EVİMDEN ÇIKMIYORUM!



CAN GÜVENLİĞİM YOK, EVİMDEN ÇIKMIYORUM!

Kilometrelerce, şehirlerce ötedeyiz Ankara’da yine patlayan bir bombadan. Duyunca irikiliyoruz. Ben ve ailem iyi, ya Ankara’daki tanıdıklar, arkadaşlarım, onların çocukları? Her birinden haber almaya çalışıyoruz. Ferahlıyoruz. Sonra orada ölen, şimdilik sayısı 28 olan, masum insanları düşünüyoruz. Ailelerine, evlerine bir ateş düştü bu gece. Bir daha hayatları asla aynı olmayacak! Ferahladığımız için utanıyoruz.

Üç kişi biraraya gelse, saçından başından sürükleyip hapse atan polis, (askerin a-sı bile yıllardır gündemde olmadığından polisi muhatap alıyorum) bu patlamalarda nedense hiç ortada yok. Patlayan bombaları, doğudaki olayları, hükümeti istifaya çağıran yüzlercemiz biraraya gelmek istesek bu kez de ya canlı bomba hazır balık istifi toplanmış bu topluluğu havaya uçurursa korkumuz var artık. Ülkede istihbarat yok, Mit yok, sorumlu yok, olanlar hep kader… 

Adam küçücük çocukların orasını burasını elliyor, sıkıştırıyor. Fırsat buldu mu geceleri tek başına yürüyen kızlara tecavüz ediyor. Evde karısını dövüyor. İş için rüşvet veriyor. Ergenliğe girdiğinden beri kendi öz kızına yan gözle baktığı oluyor. Dükkanın camına top atan çocukları dövüyor, hatta öldüresiye dövüyor ve hatta öldürüyor. Karşı takımın maçı kazanmasına illet oluyor, yol kesiyor, koca koca adamlara silah çekiyor, belki de yaralıyor ya da öldürüyor. Hayatı boyunca ne kendine ne kimseye faydası olmamış! Sonra tesadüfen bombanın patladığı meydandan geçiyor. Ölüyor! ‘Kader. Şehit oldular’ deniyor. Sen her yaşarken her haltı ye, öl, şehit ol, cennete git! Buna kim inanır? Evet, onların %50’si inanır...

Türkiye’nin en büyük şehirlerinde, en önemli meyadanlarında son aylarda onlarca insanı öldüren, yüzlercesini yaralayan bombalar patlıyor. Türkiye artık ‘olağanüstü bölge’. İnanmıyorsanız, internetten yabancı gazeteleri okuyun.

Madem toplanıp boykot etme hakkımız yok, hakkımız olsa da korkumuz var o zaman biz de evden çıkmayalım. Can güvenliğim yok, ya işe giderken metroda bomba patlarsa? Pazardan alış veriş yaparken havaya uçarsak? Çocukları okula götürürken geçtiğimiz meydanda canlı bomba varsa? Havaalanı, otogar hep kalabalık yerler ya birşey olursa? Türk milletinin psikolojisi budur artık.

Madem bu ülkede can güvenliğimiz yok o zaman biz de evden çıkmayalım. Boykotumuzu o gün işe gitmeyerek, evde kalarak, 1 Türk Lirası bile harcamayarak yapalım. Çocuklar okula gitmesin o gün. Dükkanın kepengi kalkmasın. Restoranlar kapalı kalsın. Yemeğini evde yesin herkes o gün. Otobüs durağa gelmesin. Fırıncı ekmek pişirmesin. Gazete çıkmasın. Taksici o gün çalışmasın tıpkı bankacı gibi. Kimse arabasına binmesin, evde otursun herkes o gün. Çünkü ülkede olağanüstü hal var. Bombalar patlıyor yanı başımızda.

Soyulup dımdıslak kalmış ekonomi bakalım bizsiz nasıl olacak? Sen bana akşam evime, çocuklarıma sağ salim kavuşacağım sözünü veremiyorsan, bunu sağlayamıyorsan o zaman ben de dışarıya çıkmıyorum. Ha, bırakın onların %50 çıksın dışarı. O kafayla ne iş yapıyorlar, o da ortaya çıksın. Bu ülkeyi aklı başında, okumuş, Atatürkçü, çalışkan insanlar mı yoksa rüşvetçi, günün çoğunu camideyim diye geçiren, şakşakçı toplayan, boş atıp boş tutan insanlar mı geçindiriyor? O da çıkar ortaya böylelikle...

D. Özgül

14/03/2016

18 Şubat 2016 Perşembe

Çıplakmış Gibi

Son yıllarda, Avusturya ve İsviçre’de gittiğimiz otellerde spa kavramını daha çok duyar olduk. Saunalar, bir otelde olmazsa olmaz bu ülkelerde.

Saunada takılmak bana yaşlı işi gelirdi. Baran’a da şişman işi. Fakat bu ülkelerde çocuklar bile saunaya gidiyorlar. Ben de AquaDome’da gittim. Baktım ki kapılarda ‘NO textile’ yazıyor. Yani çıplak girmek mecburi. ‘Yok ya!’ Kim girer çıplak diye düşünürken, camlı bir kapı önünden geçtim; içersi tıklım tıklım dolu. Üstelik hepsi çıplak! 

‘Abov!’ Kimsenin umrunda değil. Sıkıyorsa bunu Türkiye’de yapın da neler oluyor. Millet kırmızı ruj sürüp, dar pantolon giydi diye tecavüze uğrayabilir damgası yiyor. Hatta damacana veya kedi olmak bile bazı erkeklerin libidosu için yeterli.

Neyse ben relaxation bölümünde çay içmekle yetindim o tatilde. Sonra başka bir yere gittik gene Avusturya’da. Çocuklu bir otele, ayrıntılar burada.

Çocuğun birini kayağa gönderdik, diğerini uyutup kreşe bıraktık. Karı-koca bir spa yapalım dedik. Kapıda ‘No textile’ yazmıyordu. Mayolarımızla gireriz diye düşünürken bir de baktık millet çıplak geziniyor. ‘Gene mi?!’ diye bir utançla karışık telaş aldı bizi. Yani ben senin oranı buranı görmek zorunda mıydım? Akşam gelip de yan masaya oturduğunda nasıl yemek yiyeceğim kardeşim?

Neyse, Baran dedi ki ben belime havlu sarayım. Nasıl yani? Mayonun üzerine, mayo yokmuş havası yaratmak için havlu sardı. Ben de yaparım dedim. Bikini askılarını indirip, üzerime havlu sarındım. Çıplakmış gibi yapıp milleti kandırdık. Halbuki mayomuz içimizde! Hahaha!...

Böylece gavurun sauna ve spa kültüründe ayrımcılığa uğramadan kardeş kardeş buhar banyosu yapabildik. Gösteren memnun saklayan memnun.!


Niye biz Türkler böyleyiz yahu? Herşey ayıp, günah, yasak. Bizim çocuklar iki farklı kültür içinde kalıp nasıl olacaklar kim bilir?