25 Aralık 2012 Salı

Plajda Havuzda


Şezlong kapma yarışı her yerde var sanırım. Plajlardan biliyoruz, Bodrum Ortakent'te sabahın 6'sında havlusuz şezlong bulabilirsiniz; ama 7'de hepsi dolmuştur. Birkaç yerli evi barkı olan insan vardır sahilde şezlonglarını sahiplenmiş hakkıyla. Fakat sahilin büyük bir çoğunluk başıboş havluların sahiplendiği şezgonlarla doludur. Gün içinde ne kadarı insanla dolar ne kadarı dolmaz bilinmez; bilinen o ki o havlular bir şezlonga döşenmeli tatil günü sabahın 7'sinde. Belki de bu işi parayla yapanlar var: Geceden anlaşıp şezlongunu seçiyorsun, parasını ve havlunu veriyorsun, adam senin için sabah 7'de döşüyor plajı!

Antalya'nın 5 yıldızlı otellerinde de vardı bu olay. Plajda değil de havuz başında. Hatta bunu yapan Türkler de değil bu kez, Ruslar ve diğer Doğu Avrupa ülkelerinden gelenler. Kahvaltıya giderken döşerler havlularını, akşam yemek saatine dek havlular bir güzel kızarır bozarır o kavurucu güneş altında.

Şimdi Gran Canaria'da gene çok yıldızlı bir oteldeyiz. Sabah 6'da biz kalkıyoruz oğlan yüzünden. Hava karanlık oluyor o saatte. Öyle böyle 7'ye dek yatakta tutuyoruz kitapmış oyunmuş. Sonra giyin, kuşan, kahvaltı vs. Çevremizi saran  dağlar nedeniyle otelin havuzuna güneş 10 gibi vuruyor. Ağaçlardan gölgelenmeyen birkaç şezlong alanına da. Bugün gidip bakıyorum 11 gibi boş güneşli şezlong yok. Tüm yaşlı tontonlar vücutlarına bakmadan giymişler bikinilerini yatmışlar sere serpe şezlonglara. Tonton dedeler de onlara portakal suyu taşıyor bardan. Güzel yerde birkaç boş şezlongda gene havlular dizilmiş; ama üzerlerinde ya bir kitap ya da çanta. Belli ki pek uzakta değil sahipleri. Hadi diğer yazdıklarıma göre daha insanca. Havuzun en iyi göründüğü noktalardan biri bizim balkon. Saat 4 olmuş; bizim oğlan uyuyor diye balkonda tutsak kaldım, havuz görüntüsü ilham verdi. Bakıyorum da güneşle beraber şezlonglar da yön değiştirmiş. Hatta birçoğunun havlusu da sahibi de terketmiş, haydi uyan oğlum havuz başı bizi bekler!

Not: Yarın sabah 7'de gidip bakacağım o havlular orada olacak mı?

Yazan: Sahipsiz havlu polisi

12 Eylül 2012 Çarşamba

Temizlikçi İşi Bıraktı!


Genelde tersi olur ya, ben de anlamadım bizimkinin derdini?

İngiltere'de temizlikçi bulmak zor. İlk kez 2009'da evi taşırken kullandım bir temizlik şirketi. Doğu Avrupalı bir genç kız gönderdi şirket. Bomboş evi, özellikle de mutfak ve banyoyu iyice temizlemesini söyledim. Saat başına para alacaktı, o yüzden uzun süre kalır da temizler her yeri diye umdum. Biz başında değildik eşya taşıdığımızdan; ama bir geldik ki camlar silinmiş, yerler süpürülmüş, birkaç saatte nasıl yapmış şaşırdık. Tekrar söyledik mutfak ve banyo önemli diye, sonra çıktık. Bir sonraki görüşümüzde kız hazırlanmış çıkmak üzereydi. Parasını ödeyip gönderdik. Akşamında mutfak dolaplarını yerleştirmek için açtığımda ne göreyim? Her yer toz kir içinde! Temizlikçinin üzerine bir de ben temizlik yaptım... Bir daha da temizlikçi lafını anmadım birkaç sene.

Hamile kalınca özellikle ilk aylarda değil temizlik, yemek bile yapamıyordum. Eşim bir şirket aracılığıyla temizlikçi bulalım, rahat edelim dedi. Ben ev azcık dağınık veya tozlu olsun anında stres yapan ve etrafımdakileri de bu stresle canından bezdiren biriyim. Bu defa İngiliz bir kadın, kendi şirketini kurmuş kendi yapıyor temizliğini de, o geldi. Detaylı yazdık şunu şunu istiyoruz, diye üç saat yeter bana dedi. Biz de çalıştığımızdan bayan biz işteyken gelip temizliyordu. Bir gün izinliydim, ben evdeyken geldi. Çocuklarla Evlilik dizisini hatırlayan varsa Peggy tipinde bir bayan. Makyajı, saçı başı düzgün, kolunda boynunda takılar vs temizlik yapıyor. İki saat sonra benim işim bitti deyip gitti. Üç saat parası alıp iki saatte bitiriyor! Ardından evi kolaçan ettim, heryer toz içinde hala. Ertesi hafta yazdık şunu beğenmedik, şöyle yap, vs diye. Birkaç hafta idare ettik, baktık ki dediğimizin hiçbirini yapmıyor işine son verdik.

Ardından daha profesyonel bir ajans buldum. Orta yaşlı bir bayan geldi, Delia, Romanyalı. Dediğimizi yapıyordu; zaten bu saatten sonra bal dök yala bir temizlik bulamayacağımızı kabullenmiştik. Doğum iznimde evde olunca epey muhabbet etme şansımız oldu. Bana ajanstan ayrılmamı, saati 6GBP yerine 9GBP olarak ona direk ödememi önerdi. Benim için ödediğim miktar değişmeyecekti, zaten ajansa hiçbir şey yapmadığı halde para ödüyordum her saat için. Yaklaşık bir sene de böyle geçti. Tabii eskiden biz işteyken 3 saatte evi temizliyorum diyordu; ama ben evdeyken 2 saatte işi bitiriyordu. Bunu görünce önüne ütüleri de yığmaya başladım. Hatta bebek gezinmeye başlayınca her hafta gel dedim. Çok iyi yapmıyordu işini; ama dediğimizi yapıyordu ve küçük çocuklu bir anne için büyük bir yardımcıydı. Zamanla günleri değiştirdi, ardından saatleri, her hafta başka bir saatte gelmeye başladı. Sürekli diğer ev sahiplerinden yakınıyor, onlar yüzünden geç kaldığını, ya da temizlik saatini değiştirdiğini söylüyordu. Bana da çok iyi olduğumu...

Dün oğlumu tiyatroya götürdüm Londra'ya. Evden çıkarken anahtarımı bulamadım ve Delia da 12'de gelirim dediği halde ben çıkarken henüz görünürde yoktu. Trendeyken mesaj attım kendisine. Kaçta evden ayrılacağını, anahtarım olmadığı için sorduğumu söyledim. Ben onun çıkışına yetişemeyecektim; eşimle buluşup ondan anahtarı almaya karar verdim. Bana kaçta döneceğimi öğrenmek için mesaj atmış. Tabii ben tiyatro oyununda olduğumdan mesajını görmedim. Sonra beni 15dk bekleyebileceğini yazmış, ki ben hala oyunda olduğumdan haberim yok mesajlarından. Ardından bu yaptığımın kaba bir davranış olduğunu, bir sonraki temizliğe yetişmek için beni daha fazla bekleyemeceğini mesajladı. Ben de kendisine ortada bir yanlış anlaşılma olduğunu, benim ona beni bekle demediğimi, yazdım. Genelde aynı dilde bile insanlar birbirlerini yanlış anlıyorken, anadilden farklı dil konuşmak zorunda kalınca ki özellikle de sevgili Delia İngilizcesinin iyi olmadığından yakındığından yanlış anlaşılmalar olmuştu daha önce de aramızda, ortalık daha da karışabiliyordu. Benim garibime gidense daha önce başkalarını beklediği için defalarca bize geç gelen Delia'nın beni 20 dakika ekstra beklemesi işi bırakma nedeni olabilir miydi? Sanmıyorum. İsteseydi o 20 dakikanın ücretini bile öderdim ki bence bir hatam olmadığı halde. Bugün gündüz gözüyle baktım da, birçok yeri de temizlememişti. 'Şimdi gözüne batmıştır' dese de eşim bence durum farklı.

Öyle pis insanlar da değiliz ki, başkalarının dağınık ve pisliğinden şikayet edince ben de derdim kusura bakma bebek olunca yetişemiyorum, diye. Her defasında sizin ev çok temiz, bana bile gerek yok her hafta, derdi. Çok garipsedim, bir derdi mi vardı acaba diye de düşünmüyor da değilim hala. Yoksa ben mi insanları yanlış tanıyorum? Haddinden fazla önem veriyorum? Bilemedim!

Resim: http://www.flickr.com/photos/bulent/172267112/

2 Eylül 2012 Pazar

Kadının Soyadı Derdi


Beni gerdi... Geçenlerde okudum haberi, kadınlar evlendikten sonra kocalarının soyadını kullanmasınmış, kendi soyadlarını kullanmaları bir hakmış, kocasının soyadını kullanmak eşitsizlikmiş vesaire vesaire... Şaşırdım... Sanki Türkiye'deki kadınların her sorunu bitmiş de sıra soyadına gelmiş.

  • Sanki Türkiye'deki kadınlar evde, okulda, işyerinde, sokakta, yurtta, mecliste, meydanda ezik değil erkeklere karşı!
  • Sanki kadına şiddet yok!
  • Sanki tecavüze uğrayanlar madur değil, tecavüz edenler serbestçe gezinmiyor!
  • Sanki kadın cinayetleri devri kapandı!
  • Sanki kadının üzerinde mahalle baskısı yok; mini etek giyene kezzap atılmıyor!
  • Sanki kadının kürtaj hakkı elinden alınmıyor!
  • Sanki kadınlara sorulup sezeryan yasası çıkarıldı!
  • Sanki işe almada cinsel ayrımcılık yapılmıyor!
  • Sanki işyerinde maaş eşitsizliği yok!
  • Sanki kadınların kocalarına / babalarına karşı gelme hakları var!
  • Sanki çocuğa bakmak, ev işi yapmak kadınların görevi değil 9-6 çalışsa bile!
  • Sanki tecavüzcüsünden hamile kalanlar alnı açık gezebiliyor!

Daha çok sanki eklenir bu duruma; ama bu saydıklarım bile kadının kendi soyadı hakkından kat be kat önemli şeyler. Önce bunlara bir son verelim de sonra soyadı için birleşelim.

Hergün yeni bir tecavüz haberi okuyoruz, duyuyoruz. Hergün çocuk yaştaki genç kızlar mağdur ediliyor. Hergün kadınlar dövülüyor, şiddet görüyor, namus cinayetlerine kurban gidiyor bu yüzyılda bile. Soyadını geçelim baylar bayanlar bence bu şiddet ve vahşet haberlerini durduralım önce.

Fotoğraf: http://www.flickr.com/photos/missfortune/4833849777/

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Uykusuz Aileler

Uykusuz anneler kulübü diye bir grup duymuştum. İnsan anne olduktan sonra nasıl da uykuları hafifleşiyor bebeğin gık sesi kulaklarımıza bir çan sesi gibi geliyor. Anında ayakta olmasak bile yatakta oturur pozistonda buluyoruz kendimizi. Sonra dinleyip 'gık'ın gittikçe seslenen bir ağlamaya dönüşmesini veya aynı 'gık'ın birkaç gık sonrası yerini sessizliğe bırakmasını dinliyoruz. Neredeyse her gece, hatta gecede birkaç kez bazen. Tabii bu kısımda uykusuz anneler ikiye ayrılıyor;

1- Hemen uykusuna kaldığı yerden devam edebilenler
2- Kafasını yastığa koyunca aklına olmadık düşünceler gelen ve sonra aylar önce o karşılaştığı kişinin ona niye öyle dediğini düşünmeye başlayıp sonunda dakikalar geçtikçe kafasını başka düşüncelerin ve yapacağı işlerin sardığı içinden çıkılamayacak duruma geldiği an çareyi koyun sayarak sonlandırmaya çalışıp ardından tam dalarken tekrar bir 'gık' duyanlar.

Ben genelde ikinci tipteyim. Malesef... Genel olmayan bazı durumlarda da birinci tipe giriyorum ki en sevindiğim zamanlar onlar. Bazı babalar da böyle. Bizim oğlanın babası da bir 1. bir 2. gruba giriyor ki onlar özellikle de 'gık'ın çığlığa dönüştüğü zamanlar. O da bu durumdan şikayetçi.

Uykusuzluk bebeğin olduğu ilk sene kabul edilebilir birşey sonuçta 'Dikkat bebek var!' yazısı asılı kapılarda eksta önlem için. Ya sonra? Sonrası tehlikeli işte. Herkese, herşeye zarar; uyumayan bebeğin kendisine bile. İşte buyrun Amerika'da yapılan araştırma sonucu ortaya çıkanları görerek okuyun...




Source: burada

9 Ağustos 2012 Perşembe

İkinci Çocuk?


Bugünlerde kimi görsek hemen ikinci çocuğu soruyor. Durun daha birinci yeni 1 yaşını doldurdu, yemesi dert, uykusu problemli. Geçtiğimiz bir sene nasıl geçti anlamadık bile. Hala uykuya hasretiz. Hala ev dandini. Hala mutfağın yerleri kırıntı ve yemek artığı içinde. Hala Alaz'ın altını bezliyoruz. Hala iki gece birine bırakıp da dışarı gidemedik karı-koca.

Öte yandan keşke maddi/manevi (maddiyattan daha önemli bence) imkanım olsa da 2, 3, 4.yü doğursam. Tabii bir 10 yaş kadar da genç olsam! Gerçi o zaman da ne bu maddi imkan elimizde olurdu ne de bilgi çocuk yetiştirmek için.

En merak ettiğim, ikinci bebek de ilki kadar seviliyor mu? Alaz'ı öyle çok seviyoruz ki, gözümüz başka birşey görmüyor o etraftayken. İlgimiz üzerinde hep. Her yaptığı her dediği olay oluyor evimizde. Peki ikinci bebek gelse, o zaman ne oluyor? Sevgi ikiye mi bölünüyor? Alaz'ı bundan daha az sevebileceğimi hayal edemem. Öte yandan ikinci bebek de candan bir parça. Bir insan kaç çocuğa karşılıksız ve sınırsız sevgi verebilir? Biz küçükken sorduğumuzda ki bazen hala söyler, 'Baş parmağımı da kessem acır, işaret parmağımı da, ikisi de aynı oranda acır' derdi. İkimiz için de aynı oranda üzülüp sevindiğini, sevgisini anlatmak istediğinde.

Bazı arkadaşlarım var; kimi 2.5 yaş arayla ikinciyi doğuran (kardeşimle benim aramız da 3 yaştır), kimi 8 yaş arayla. İkisinin de avantajları ve dezavantajları çok ve farklı! İlk bebeği bir şekilde planlıyor veya planlamıyorsun. Ne çıkacağı, neler olacağı sürpriz yumurta! İkincideyse başına gelecekleri bile bile lades diyorsun. Biz de bazen küçücük (ki bizimki de hala küçük sayılır) bir bebek gördük mü, 'Aaaa' deyip gülen gözlerle birbirimize bakıyoruz eşimle. Bazense 'Ne ikincisi ya? Alaz bize yetti de arttı!' oluyoruz yorgun gözlerle bezmiş bir halde. Biz iki kardeşiz ve keşke daha çok kardeşim olsaymış diyorum hep. Alaz'a da bir kardeş lazım er ya da geç; ama yakın zamanda olmayacağı kesin :)

Resim: http://www.flickr.com/photos/87archie/3867498756/

19 Haziran 2012 Salı

Kek ve Çay


Nicedir bir akşamüzeri (en azından anne olduğumdan beri 11 aydır) çayımla kekimle bir keyif yapmamıştım. Tam da şu an yaparken 'bunu yazmalıyım' deyip iş çıkardım gene kendime. Olsun, yazmak da bir keyif, hele de bebek mışıl mışıl uyurken...

Keki de ben yaptım hazır değil. Warm chocolate fudge cake; babalar günü hediyesiydi eşime.

Tarifi;
1- 140gr çikolata ve 50gr margarin benmari usülü eritilecek
2- Bir bardak toz şeker ilave edilip karıştırılacak
3- Kaynamış sıcak 100ml su da karışıma eklenip karıştırılacak
4- 250gr un, kabartma tozu ve 2 kaşık kakao önce birbiriyle karıştırılıp, sonra da çikolatalı karışıma ilave edilecek
5- Hazırlanan karışım yağlanmış fırın tepsisine dökülecek
6- Bir yumurta çırpılıp tepsideki karışıma yedirilecek
7- İkinci yumurta çırpılıp o da tepsideki karışıma yedirilecek
8- 160C ısıtılmış fırında 35 dakika pişecek (Benim fırına 35dk fazla geldi, üzeri sünger gibi bastırılınca inip geri gelecek)
9- 10dk dinlenmeye bırakılıp üzerine pudra şekeri serpilecek
10- Dondurma, krema, meyve ne isterseniz onunla servis edebilirsiniz...
Afiyet, bal ve şeker olsun!

6 Haziran 2012 Çarşamba

"Kadına Şiddete Hayır" Eylemine Katıldım



Türkiye ziyaretimiz sırasında Burhaniye'de olduğum günlerde kürtaj konusu çıkmıştı ortaya. Nasıl olur ne hakla derken bir de baktık Mayıs ayında Burhaniye'de iki kadın, anne ve kızı namus yüzünden öldürülmüş. Kadın cinayetlerine ve kürtaj yasağına buradaki kadınlar ve erkekler de HAYIR diyordu. Ben de annemle Alaz'ı da alıp katıldım bu eyleme yerel 150 kadar kişiyle. Hatta bir turist kafilesi de Cumhuriyet Meydanı'nı geziyordu o sırada. Neler oluyor diye meraklandılar, anlatılınca işin aslı onlar da birer pankart kaptılar. İşte Burhaniye Belediyesi Kadın Danışma Merkezi Sorumlusu'nun içimize işleyen konuşması:

Son yıllarda ülkemizin pek çok yerinde olduğu gibi, Burhaniye’mizde de iki kadın cinayete kurban gitti. Birçok cinayette olduğu gibi, bu cinayetler de namus maskesi ile işlendi.
Çocuklara tecavüz edenlerin hafif cezalarla kurtulduğu, karakolda tecavüze uğrayan kadının adı açık açık yazıldığı halde, tecavüzcüsünün adının saklandığı ülkemizde, iki kadın daha namus adına öldürüldü.
Onlarca kişi tarafından küçücük çocuklara tecavüz edenlere “çocuklar istediği için birlikte oldu” diyerek ceza indirimi uygulayan zihniyet, bu kadınlar kendilerine dayatılanı istemedikleri için onlara bu ölümü hak gördü. Zihniyet diyorum çünkü, bizim için önemli olan kadını öldüren el değil, o ele o hakkı veren zihniyettir.
Bir süredir sistemli olarak, ülkenin geleceğini değiştirmek isteyenler, kadına sormadan, kadın adına kararlar almaya başladılar. Kadına kaç çocuk istediğini sormadan, kaç çocuk doğurması gerektiğini söyler oldular.
Oysa biz biliyoruz ki, bir ülkeyi köleleştirmenin yolu, kadını köleleştirmekten geçer. Kadın doğurup eve kapansın ki, iş hayatından çekilsin. Kadın iş hayatından çekilsin ki, erkeğe muhtaç olsun. Kadın erkeğe muhtaç olsun ki, haklarını isteyemesin. Sussun, suskun çocuklar yetiştirsin.
Her gün, hatta günde beş kez “bir kadın cinayeti daha” başlıklı haberler alıyoruz. Kimimiz erkek şiddeti ve erkek egemenliğine rağmen hayatlarımızı değiştirebiliyor, kimimiz tek başına bırakılıyoruz ve maalesef kimimiz boşanmak istediği, yeni bir hayat istediği, itaat etmediği için, en yakınımızdaki erkekler tarafından öldürülüyoruz. Şiddetle mücadele ettikleri, savcılıklara başvurdukları halde, yargıdan medyaya,  yasamadan yürütmeye hiçbir kurum üstüne düşen sorumluluğu yerine getirmediği için, kadınlar göz göre göre öldürülüyorlar.
Kurtuluş savaşında ülkemizi ve ulusal bağımsızlığımızı savunmak adına, sizinle omuz omuza savaştık. Siz öldünüz bizde öldük.Siz yaralandınız yaralarınızı sardık.Cepheye aşınızı,ekmeğinizi merminizi taşıdık.Biz birlikte özgürleştik.Şimdi birileri kalkmış bize sen içeride kal diyor.Ülkeni savunan sen, bedenini savunamazsın diyor. Ülken adına her karara katılan sen, artık kendin hakkında karar veremezsin diyor.Sen namusuna sahip çıkamazsın diyor ve erkekleri başımıza namus bekçisi dikiyor. Aslında sistem yalnızca kadınları değil, siz erkekleri de işlevsizleştiriyor. Sizler biz kadınların namusu ile uğraşırken işinizi kaybediyorsunuz, haklarınızı kaybediyorsunuz, ülke topraklarını kaybediyorsunuz. Aslına bakılırsa hepimiz kaybediyoruz. Susan her kadınla siz de susuyor, ölen her kadınla siz de ölüyorsunuz.
Ama artık biz ölmek istemiyor, sizlerin de büyük katillerin tetikçileri olmanızı istemiyoruz. Sizleri yalnızca kadınları değil, hepimizi kurtarmak adına özgürleşme hareketine davet ediyoruz.
İktidar sahipleri, şimdiki sözüm de size.
Bedenimiz bize aittir. Kaç çocuk doğuracağımıza bu çocukları hangi yöntemle dünyaya getireceğimize , kürtaj yaptırıp yaptırmayacağımıza, nereye kadar okuyacağımıza ve hangi işi yapacağımıza biz karar veririz.
Elinizi bedenimizden ve hayatımızdan çekin!
İktidarsızlığınızın iktidarını bizim hayatımız üzerinden yaşamayın.
Bizim beklemeye, tek bir kadını daha kaybetmeye tahammülümüz yok.
Tüm kurumları ile erkek egemenliğine ve erkek şiddetine itiraz ediyoruz. Sonucunda ölüm de olsa direnmeye, hayatımızı değiştirmek için mücadele etmeye devam edeceğiz. Sizleri hemen, üstlendiğiniz sorumluluğu yerine getirmeye çağırıyoruz.


14 Mayıs 2012 Pazartesi

Anneler Günü

Tüm bayanların Anneler Günü kutlu olsun. Kimi anne, kimi anne olacak, kimi anne yarısı, kimi anne kadar şefkatli ve sevecen tüm bayanların...

Eşim ve oğlum bana güzel bir hediye yapmışlar bu ilk anneler günüm için. İkisini de çok seviyorum ve çok teşekkür ederim. Ayrıca Babalar Günü için ne yapsam da hakkını versem bilemiyorum; işim çok zor. Çıta epey yükseldi. İşte hediyem...

28 Şubat 2012 Salı

Eyvah Kocam Horluyor!


Evlenir evlenmez bu sorunu yaşayanlar için ne acı bir durumdur! Bizde 5. evlilik yıldönümümüzden sonra başladı fısır fısır fısırdayarak uyumalar. Ses etmemiştim birşey olmaz diye; ama görüyorum ki bir sene sonunda fısırdamalar gök gürültüsüne dönüyormuş. Bence siz siz olun da benim gibi geç kalmayın, fısırdarken sorunu çözün...

Horlayan kocanız belki de sizi rahatsız etmiyordur, ne güzel! Uyumaya devam öyleyse...

Yeni anneler - benim gibi - en ufak bir bebek mırıltısını bile duymaya, başka odada da olsa bebeğin döndüğünü bile anlamaya başladıklarından eşinin yanında hafiften horlaması bile çok fazla desibelli gelir. İlk zamanlar boş odaya eşimi gönderen ben, artık aradaki kapıları da sıkı sıkı örtüp kendim kaçar oldum gecenin bir vakti. Sonra da bebişin kapısını kapatıyorum ki o da gürültüden rahatsız olup da uyanmasın. Malesef bazen, dün akşamki gibi mesela, kapılar yetmiyor gürültüyü örtmeye, bebek de uyanıp ağlıyor; uykunuz açılıyor zaman geçtikçe, uykunuz kaçtıkça horultuyu daha çok duyuyorsunuz, horultuyu duydukça daha çok sinirleniyorsunuz, sonra aklınıza blog yazmak geliyor bu konuda sabahın 2'sinde. Ne yazacağınızı düşünüyorsunuz ve tabii uykunuz kaçtığı için eşinize teşekkür maili gönderiyorsunuz öncelikle!

Horlayan kocanız mı var, işte çözümler diyen internet sayfalarında bir umut geziniyorsunuz...

1- Akşamları az yemek; denedim, işe yaramıyor...
2- Düzenli egzersiz; deniyor, işe yaramıyor...
3- Pijamasının sırtına top dikme; sırt üstü yatmasın diye ama bizimki yüzükoyun da horluyor, denedik işe yaramıyor...
4- Burun üzerine takılan bantlar; denedi, işe yaramadı...
5- Carvol adlı buğu yapıcı ve nefes açıcı cihaz; bebek için almıştık, bizim odada denedik, oda mentollü orman gibi koksa da işe yaramadı...
6- Yüksek yastık; bazen işe yarasa da bir süre sonra yastıklar yeri boyluyor...
7- Fazla kilodan mı dedik; kilo verdi, olmadı...
8- Yeşil çay; Earl Grey, siyah çay ve diğer bitki çayları da denenmiştir...
9- Doktor tavsiyesi; gittik ama egzersiz yap falan filan demekle yetindi...
10- Akşamları karbonhidrat ve süt ürünleri yememek; denedik, birşey farketmedi...
11- Eşinizi ve horlamasını blog yazınızda kullanıp herkese ilan etme; deniyorum, akşama göreceğim...

Eee denenmiş ve başarıya ulaşmış yöntemleriniz varsa acil cevap beklerim...

Resim: http://www.flickr.com/photos/wallyg/2959791979/

23 Şubat 2012 Perşembe

İngiliz Ehliyeti


Ne zamandır ertelediğim İngiliz ehliyetini alma olayı son zamanlarda aklımdan çıkmıyor. 2012 yapılacaklar listesinde en ön sıraya yerleştirdim nihayet!

Ehliyet olayını gözümde çok büyütüyorum. Nedenlerine gelince;

1- Yaştan ötürü olsa gerek 'kafam basmıyor' bazı şeyleri,
2- Çocukken geçirdiğimiz trafik kazası beynimin bir yerlerinde beni engelliyor olabilir,
3- Her zaman zengin olup şoförüm olsun da beni ordan oraya taşısın hayalim,
4- Çocukluktan beri etraftan gelen 'Sen yapamazsın, sen edemezsin' yakıştırmaları,
5- 18 yaşımda T.C. ehliyetini alırken annemle araba çalıştığımız günler ve her çalışmada tartışmamız,
6- Ehliyet sınavında arkada oturan görevlinin 'Gel bakalım sen çok gülüyordun sabahtan beri, nasıl kullanıyorsun göreceğiz şimdi!' diyerek beni tanımadan yargılaması, (Gülmek suç mu? 18 yaşında bir genç kızın gülmesi, eğlenmesi, arkadaşlarıyla şakalaşması suç mu yahu?)
7- Birisine zarar verebileceğim düşüncesi - tavuk ezmişliğim var da!
8- Yarı yolda arabayı çalıştıramazsam, insanlar korna çalıp bağırırsa yerin dibine girerim düşüncesi,
9- İstanbul'da yaşadığım zamanlar arabam yoktu,
10- Duyduğuma göre İngiltere'de ehliyet almak danaya hendek atlattırmaktan zormuş, vs...vs...

Aramak isteyince bahane çok tabii!

Birkaç ay evde bebekle olduktan sonra, havalar bebek arabasını alıp yürüyüşe çıkmak için çok soğuk olduğunda ve yüz yaşındaki kadınların bile yürüyemeyip araba kullandıklarını gördükten sonra 'Ben neden yapmayayım?' demeye başladım. L (Learner) lisansımı almıştım zaten geçen senelerde. Hemen ders almaya başladım. Şimdilik iyi gidiyor; bazen bebeğimi ve babasını da gezdiriyorum arabaya atıp. Henüz ehliyet alacak kıvama gelmesem de!

Gelelim İngiltere'de ehliyet almaya... Çok mit var bu konuda. Kimi 10. kez sınava girip de hala geçemiyor pratik testi, kimi bir sene boyunca ders alıyor ki dersin saati de minimum 20 sterling! Sınav ücretleri ile bir servet sayılabilir. Avrupa Birliği ülkelerinden gelenler gene bir ücret karşılığı İngiltere'de geçerli ehliyete sahip olabiliyor. Avrupa Birliği dışındaki ülkelerdenseniz -Türkiye gibi- ilk bir sene kimse ehliyet sormuyor tabii kendi ülkenizden geçerli ehliyetiniz olduğu sürece. Birinci seneden itibaren buranın ehliyetine başvurmanız gerekli. Önce L (Learner) ehliyetine başvuruyorsunuz Post Office aracılığıyla. Birkaç belge ve ücret karşılığında herkese 10 yıllık L ehliyeti veriliyor. L ehliyeti ile araba kullanabiliyorsunuz ancak yanınızda en az 3 senelik İngiliz ehliyeti olan biri olmalı. Şu an benim durumum böyle. Daha sonra teori ve pratik sınavlarına girip ehliyetinizi almanız gerekiyor. Görünüşe göre İngiltere Hükümeti için çok iyi bir kazanç kaynağı bu ehliyet işi. Ders aldığım adamın dediğine göre ortalama 2-3 kez sınava girmek gerekiyormuş. İlk defasında ehliyet alanların oranı %40'lardaymış. Tabii bu sayıya 17 yaşındaki gençler de dahil, Türkiye'de yıllarca direksiyon sallamış kişiler de. Ehliyet almak mı daha kısa sürer yoksa Türkiye'nin AB ülkeleri arasına girmesi mi?

Resim kaynağı:http://www.flickr.com/photos/mediamuseumevents/4367779232/

15 Şubat 2012 Çarşamba

Bu Benim Blog'um!

Baktım ki bebek yazıları, Alaz'ın gezme hikayeleri almış başını gidiyor; buna bir son vermeye karar verdim. Bloğumu Alaz'ın bebek yazılarına, tabii ilerde de çocuk yazılarına kaptıracak değilim. Zaten tırnağımın ucuna dek beni, eşimi, evimizin bir odasını, yavaş yavaş salonu ve mutfağı, annemi, ailemin diğer fertlerini, akşam pub'a gidip bira içme özgürlüğümü, romantik akşam yemeklerini, kafamıza estiği an çıkılan tatilleri, hadi deyip arabaya atladığımız günleri, gece deliksiz uykularımı, elime kitap alıp okuduğum anları, işi gücü bırakıp koltuk ve televizyona ayırdığım akşamları ve daha aklıma gelmeyen neler neleri elimden aldı. Bir de göz göre göre bloğuma el koymasına izin vermiyorum!

Sonunda bir site satın aldım; bundan böyle Alaz'ın gezilerini gezginanne'den takip edebilirsiniz.