27 Ağustos 2010 Cuma

Life in the UK Testi

İngiltere’de yerleşim hakkı alabilmemiz için biz göçmenleri bir çeşit sınava tabi tutuyorlar Life in the UK diye bilinen. Sınavın amacı İngiltere’nin geçmişi ve kültürünü öğretmek. Devletin işleyişi, kadın – çocuk - çalışan hakları, eğitim sistemi, dinler ve diller hakkında genel bilgi kazanmamızı sağlamak. Yani bir nevi, bakın biz buyuz, böyleyiz, burada yaşadığınız 5 sene içinde bunu öğrenemediyseniz bu sınavla öğretiriz-dir amaç. Elbette hak verip bakıyorum sınav sorularına; garip bazı ezber soruları yanında çok mantıklı ve beni şaşırtan bilgiler de var. İşte bazılarından örnekler:


Kadınlar açısından en çarpıcı bilgi, nüfusun %51’ini, iş gücünün %45’ini oluşturmaları ve çalışan kadınların ¾’ünün aynı zamanda çocuk sahibi olması. Türkiye’de durum oldukça farklı. Çalışan kadın çocuk sahibi olduğunda genelde işi bırakmak durumunda kalıyor.


Eğitim ve öğretim 5-16 yaş arasında zorunlu. Sanırım Türkiye’de de durum aynı bugünlerde. İlginç olan buradaki gençlerin 1/3’ünün üniversiteye devam etmesi. Çoğu doğrudan mesleki kurslara devam ediyor veya bir işe giriyor.


Dine gelince herkes seçimde özgür. %75 bir dinin varlığına inanıyor, geriye kalan %15 Ateist. %75’in ancak %71’i Hristiyanlık dinine mensup onun da %10’u Katolik, geriye kalanı Protestan. Kuzey İrlanda hariç Birleşik Krallıkta din kavgaları olmuyor. Türkiye’den örnek vermek istemiyorum; doğar doğmaz sorulmadan herkesin nüfusundaki haneye Müslüman damgası basılıyor ve nüfusun %90 küsürü Müslüman olduğu halde azınlık dinler hala hor görülüyor.


Devletin yazılı bir Anayasa’sı yok. Şimdiye dek gerek de duyulmamış. Sağduyu işliyor. Türkiye malum!


Gelelim mahkemelere. Kanunlar mecliste tartışılıp kabul ediliyor. Jüri kişinin suçlu olup olmadığına karar veriyor, hakim de jürinin kararına göre cezayı belirliyor. Türkiye’de nasıl?


Hükümet ve devletin polis ve medya üzerinde etkisi yok. Medya hükümeti etkilemeye çalışıyor; polis gücü de yerel otoritelere bağlı. Türkiye’de ise hükümet medyayı da polis gücünü de elinde oynatıyor. Yasalarda nasıl bilmem; ama görünürde böyle.


Ülkedeki yetişkin nüfusun 2/3’ü ev sahibi. Türkiye’de de bu tabloyu görmek güzel olurdu.


Sağlık olayına hiç girmeyeyim. NHS (Ulusal sağlık kurumu) 1948 yılından beri herkese bedava sağlık hizmeti sunmakta. Özel hastane sayısı yok denecek kadar az, olanda da akapunktur gibi yan hizmetler var. Kısacası hiçbir hastanede vezne yok. İlaçlar için sabit bir ücret ödeniyor ilacın fiyatına bakılmaksızın. Öğrencilere, 60 yaş üzerine, çocuklara, işsizlere ve hamilelere ilaç ve dişçilik hizmeti de bedava. Türkiye’deki durum sürekli değişiyor bugünlerde; ama çocuğunun ilaç parasını babası ödüyor diye biliyorum.


İşe girdiğin an elinde yazılı bir kontratın oluyor, maaşını, yapacağın işi, izin günlerini, işten ayrılma durumunda neler olacağını gösteren. Çalışanlara en az 4 hafta tatil vermek zorunda iş sahibi. Türkiye’deki durumum 2 hafta izindi ve ilk senemi doldurmadan izne çıkamamıştım. İşten çıkarmak da kolay değil. Önce uyarını yapıyorsun ve durum düzelmezse işten çıkarabiliyorsun. Bunun için özel mahkemeler var çalışanı destekleyen. İşe girişte ve başvuru esnasında, yaş, memleket, medeni durum, çocuk durumu, hastalık, cinsiyet, din, dil, ırk, politik görüş hatta ev adresini sormak yasak. Ayrımcılığa giriyor. Hamilelere işyerinden en az 26 hafta izin, devletten de asgari maaş var. Baba olana da 2 hafta maaşlı izin veriliyor. Türkiye’de izin var; ama şartları nasıl?


Çocuklar 14 yaşından itibaren devletten alınan özel bir izinle çalışabiliyor. Kesici aletler ve kimyasal maddelerle ilgili iş yapmaları yasak, süt dağıtmaları bile.


Başta çok sıkıcı ve saçma gelmişti bu sınava çalışmak; ama okudukça fikrim değişti. Güzel olan ise Cumhuriyet ve demokrasi ile yönetilen gelişmekte olan ülkemi, şartlı Meşrutiyet ve demokrasiyle yönetilen gelişmiş bir ülkeyle kıyaslayabilmek.