23 Kasım 2008 Pazar

A Thousand Splendid Suns - Bin Muhteşem Güneş, Khaled Hosseini


Khaled Hosseini'nin kitabı beni çok etkiledi. Etkiledi, çünkü orada yaşananların çoğunda gerçek payı olduğunu düşünmek, zamanımızda hala bu şekilde yaşayan insanların olduğunu bilmek ve ülkemde hala sahip oldukları kadın haklarının kıymetini bilmeyenler olduğunu görmek beni üzüyor.

Kitapta Afganistan'da 1960-2003 yılları arasında yaşayan iki kadının hayatı anlatılıyor. İç ve dış savaşlarla, eğitim düzeniyle, işgallerle, Taliban'la, şeriat kanunlarıyla kadınların başına gelen olaylar işlenmekte sırasıyla. Modern üniversitelerin olduğu bir düzenden, bombaların ayaklar dibine düştüğü bir hayata, Sovyetler Birliği işgaliyle gelen kadın erkek eğitim eşitliğinden, Taliban yönetimi nedeniyle evlerinden dışarı erkeksiz çıkamayan kadının toplumda hiç sayıldığı zamanlara, Amerika'nın işe bulaşmasıyla kadınlara yeniden tanınan haklara değinen bir kitap.

İki kadın karakterden ilki çarşafsız bir hayattan, zorla kendinden 30 yaş büyük bir adamla-Raşiid ile evlendirilip çarşaf giymeye zorlanmış, kocasına çocuk veremediği için yıllarca evde köle muamelesi görüp dayak yemiş Mariam. Diğeri ise üniversitede profosör olan babası ve S.S.C.B'nin tanıdığı eşit haklar sayesinde iyi bir eğitim almış, fakat Taliban yönetimi gelince ailesini savaşta yitirmiş ve sokaklara düşmemek için kendinden 50 yaş büyük olan Raşiid'e ikinci eş olarak gitmek zorunda kalmış 14 yaşındaki Laila. Bir kız çocuğunun erkek çocuklar gibi okula gidememesi, kadının evden dışarı çıkmak için yanında erkek olması-olmadığı takdirde sokak ortasında dövülmesi, erkeğin kadını köle olarak görmesi, sokakta yürürken kocası ardından gelip peçelerle gizlenmesi, hastanelerde kadın erkek ayrımı yapılması - kadınlara elektiriği suyu olmayan hastanelerin layık görülmesi, kocası eve arkadaşlarını davet ettiğinde kadının odasından çıkmasının yasak olması, erkeğin yemeğin tuzunu beğenmediğinde kadını dövmesi, vs vs.

Umarım kitabın Türkçe çevirisini ülkemdeki her kadın okur ve Atatürk sayesinde ne kadar yol aldığımız ve ona neler borçlu olduğumuz bir kez daha anlaşılır. Hala türban takmak için bağırıp çağıran, bunun bir hak olduğunu düşünen kadınlar olduğuna inanamıyorum ülkemde. Sizin saçınızın teli erkeğin namusudur yalanına inanmayın, kendi namussuzluklarını örtüyorlar kadınların saçlarını örterek. Buna izin verdiğiniz zaman arkası gelecek, okula gidemeyeceksiniz belki, babanız ergenliğe girdiğinizde evlendirecek mahallenin dikkatini çekiyorsun diye; evlilik yaşını küçültmeye çalışıyorlar şimdi mecliste kendi tecavüzlerini örtmek için. Örtünmek kendinizi kısıtlamaktır, buna boyun eğdiğinizde arkasından başka istekleri gelecek. Çocuğunuz olmadığı için üzerinize 2. eş gelecek belki, ne gerek var sokağa çıkma ben yaparım alışverişi diyecekler. Neden o adama selam verdin deyip belki de dövecekler yakında? Belki dövüyorlar bile şimdi, şu anda?

Afganistan dibimizde bir ülke. Ben üniversitede okuyup, erkek arkadaşımla el ele gezdiğim sırada oradaki kadınlar tek başına kapının önüne çıkamıyorlar, birisiyle el ele görülse taşlanıp öldürüyorlardı. Bu yaşananlar 10 sene öncesi bile değil. Bugün gazetede okuyorum, (inanmayanlar için The Guardian, 23/11/2008) Afganistan'daki meclis üyesi bir bayan, okula gittikleri için yüzlerine asit atılan 3 kız öğrencinin başında, hatırlatayım birkaç ay önce bir şehrimizde kızlar mini etek giyiyor diye kezzap atıldı üzerlerine. Afgan milletvekili bayan hergün ölüm tehditleri alıyormuş evinde otursun kadın hakları istemesin diye. Kadınsa iki küçük çocuğuna rağmen, öleceksem bunun için öleyim boşyere ölmekten iyidir diye anlatıyor gözlerinden yaşlar akarken. Yönetim Taliban'ı meclise çağırıyormuş tekrar; gelirse kadınlar çarşafsız gezemeyecek, tek başına sokağa çıkamayacak yine diyor. Yıl 2008.

Türkiye'min güzel kadınları henüz fırsatınız varken, aklınızı başınıza toplayın. Yoksa birkaç sene sonra sizlere diyecekleri şudur; ikinizin aklı bir erkeğinkine eşit, otur evinde...

18 Eylül 2008 Perşembe

Richard Dawkins ve Turkiye

Bu sabah bir blogda gordugum haberi sizinle paylasmak istiyorum. Richard Dawkins'i bilmeyen yoktur,evrim teorisini savunan unlu bir bilim adami. Web sitesinde bir yazi yayinlayarak, Adnan Oktar adli kisinin yazdigi dunyanin yaratilisini anlatan kitabindaki savlarini curutmus. Bundan dolayi da Adnan Oktar, kendisini Turk yargisina sikayet ederek, R.D.'in web sayfasina Turkiye'den erisimi yasaklatmis.Adnan Oktar adini daha once duymustum, ama iyi nedenlerden dolayi degil.

Turk yargisi neye gore karar verdi bilmiyorum ama ingilizce yayinlanan bir bilim sitesinin Turkiye'de yasaklanmis olmasi gercekten dusundurucu. Bu web sitesinin uyeleri genelde bilim adamlari ve bu kapatilma haberini Turkiye'de sadece NTV'nin verdigini yazarak, Turkiye'de yasayan yabancilarin bu sitenin tekrar acilmasi icin konsolosluklarina yazi gondermelerini oneriyorlar. Asil onemlisi T.C. yargisinin bu yasak kararlari ile Avrupa Birligi'ne girisi imkansizlastirdigini, Turkiyenin gittikce din yasaklari yuzunden bir b.k cukuruna donustugunu (acik secik yazmislar), yazilan bir kitabin baska bir web sitesinde elestirilmesi sonucu web sitesinin kapatilmasinin ne kadar sacma oldugunu yazmislar yorumlarinda. "Turkiye'nin laik oldugunu dusunuyordum; ama degilmis", "Turkiye Avrupa Birligine girmek istiyor-mus haha ne komik" gibi yorumlari okudukca da uzuldum.

Belki ulasamazsiniz, ama ben yine de linki veriyorum.
www.richarddawkins.net/article,3128,n,n

5 Eylül 2008 Cuma

7 Ağustos 2008 Perşembe

San Fransisko Notları - 1

San Francisco'nun 3. gununde Beach St.'ten kalkan cable car'a binip Lombard St'te indim. San Francisco'ya gelip de Russian Hill'deki bu zigzag yokusta fotograf cekmemek olmaz. Yaya inisi basit olsa da arabalar icin inis hayli dolambacli oldu. 8 keskin donusu ve 40 derece egimiyle dunyanin ilk ve tek caddesi. Lombart St'i boylu boyunca katedip San Francisco'nun dogusundaki Telegraph Hill'e tirmandim. Buradaki Coit Tower San Francisco'yu cok seven zengin bir bayanin olumunden sonra onun anisi olarak insa edilmis 210 foot yuksekligindeki kulede 360 derece sehri izledim. 1906 yangini nedeniyle kule seklinin yangin hortumu ucuna benzedigi one surulmekte imis. Kuleye cikis 4.50$ ama sehri anlamak acisindan deger. Giriste 1930'lardan kalma unlu ressamlarin sehri farkli kompozisyonlarda resmetmeleri gosterilmis. Enteresan olan kadin figurlerin azligi. Kulenin onundeki genis alanda Kristof Kolomb heykeli Golden Gate Koprusu'ne bakmakta.

Kuleden ciktigimda saat 11'i gecmisti. Jackson Square'e dogru yuruyup finans bolgesindeki gokdelenleri yakindan görmek istedim. Columbus boyunca yurudum ve Itayan restoranlarindan sokaklara tasan futbol mac seslerini ve o canliligi gordum. Elbette Avrupa'daki gece maclari burada gunduze denk gelmekte. Yurumekten yorgun dusunce California St'i boylu boyunca gecen Cable Car'a atladim ve bir ucundan diger ucuna Chine Town ve Grace Katedrali'nin yanindan gecerek Powell St'te yolculugumu noktaladim. O noktanin da ayri bir manzarasi oldugunu tesadufen kesfettim boylece. Cable Car ile sahile Beach st'e geri dondum ve Ghirardelli Square'i dolastim. Tabii cikolata kokularina karsi koyamadim. 1865'te eritilmis yaga kakao katarak Broma islemiyle cikolata ureten Italyan Ghirardelli zamanla evini buyutup bolgeyi cikolata imparatorluguna cevirmis. Cikolata alinasi bir yer.

7 Temmuz 2008 Pazartesi

Milletler

Isyerimdeki halimi bazen Turkiye’nin haline benzetmiyor degilim…

Londra’da cok uluslu bir sirkette calisiyorum. Etrafimda Ingiliz disinda baska milletlerden de insanlar var. Bu insanlari ve davranislarini gozlemlerken bazen Turkiye’nin Avrupa’daki yerini dusunuyorum da bazi durumlarda tipa tip benim buradaki halim…

Ornegin Fransiz ve Yunanli daima fiskos yapmaya meyilli. Hele de ikisi biraraya gelince. Baskalarini cekistirmek, birseylerden sikayet etmek ilk nedenleri. Kafa kafaya verip karar alip sonra da bu karari kendi cikarlari dogrultusunda Ingiliz’e sunuyorlar. Alttan girip ustten cikip, cambazlik yapip Ingiliz’e de kendilerini arka cikartiyorlar. Bu durumda karsi tarafta olmamak iyi. O nedenle ben hep alttan almaya calisiyorum, yapim boyle!

Fransiz benimle de cok iyi geciniyor ayni fikirde oldugumuz surece. Yunanlilar genelde dalgaci, ama birbirlerini cok tutuyor. Surekli yeni arkadaslarini ise aldiriyorlar. Patronlarla da aralari iyi. Olaylarin merkezindeler genelde. Ortada birseyler donerken en son haberi olan da biz Turkleriz yine.

Hintliler cok acikgoz, insanlarla da cok iyi iletisim kuramiyorlar. Bana Arapca biliyor muyum diye soran tek halk da onlar. Avustralyalilar disiplinli ve sportif. Genelde herkesle iyi iliski icindeler. Amerikalilar herseyi; muhabbeti, isi, iliskileri, yiyecek-icecekleri tuketmekte, genelde kilolular. Kibrislilar…hmm… ne Yunanli’yi ne de Turk’u seviyorlar. Ingilizlerle iyi anlasiyorlar, Ingilizceleri Turkceleri’nden iyi. Afrika’nin cesitli yerlerinden gelenler herkesle olmasa da benimle iyi geciniyorlar.

Italyan’i Ispanyol’u genelde kendi halinde isini yapiyor, birarada olmayi seviyorlar. Arada bir yakinmalar oluyor ama cok konustuklari icin kimse uzerlerine gitmiyor. Bulasmayip kendi haline birakiyorlar. Polonyalilar desen, cok merakli ve hirsli. Nerde ne var kosturuyor, kendini kabul ettirmek, basamak atlamak istiyor bir kismi da oylesine bosvermis ki, umursamaz. Bazi halleri bizi andiriyor. Benzer ozelliklerimiz cok, ama icten ice de bir yaris var gibi. Polonyalilar da Yunanla iyi anlasmakta. Almanlar isinde gucunde. Kimseyle alip veremedikleri yok, ilgilendikleri de. Uzakdogulular bir arada olmayi seviyor. Bir de Cinliler herkesle yaris halinde, her konuda… Iskoclar cok muhabbetliler, ama hep arkalarindan isler cevrilmekte ve onlar da bizim gibi farkinda olmamaktalar cogu kez.

Turkiye denince akillarina ilk gelen tatil oluyor hepsinde. Bati ve Guney Avrupa ulkeleri hakkimizda birseyler biliyor, bilmek de istiyor. Tatil veya is amacli Turkiye’de bulunmus bir kismi. Dogu Avrupa ve Balkan ulkeleri bizi pek umursamiyor ve ilgilenmiyor gorunuyor. Belki asirlar oncesinde cektikleri aciyi goruyorlar bizde belki de Avrupa gozunde yarismalari gereken bir buyuk ulkeyi.

25 Haziran 2008 Çarşamba

Euro 2008, Turkiye ve Yorumlar

Maclarin basindan beri yeteneksiz ve teknik bilmeyen Turk takimi son dakikalarda sansi ve kurnazligi sayesinde yari finale kadar gelmeyi basardi, diyor futbolun atasi Ingilizler.

Isvicre maci sonrasi “vay be, superdi, inanilmazdi” olan ilk anlik yorumlari, birkac saat icinde aslinda hak etmediler, cok kotu bir futbol vardi sahada, sans Turkler’den yanaydi gibi sozlere sahne olmustu. Bunlari duyunca elbette uzulduk biz. Hem Ingiltere’de yasayip hem de ceyrek finalde onlari 2-3 ve 2-0 yenen Hirvatistan ile karsilasaktik. Yorumlar belliydi zaten, Hirvatistan favoriydi sampiyonada ve kolay mi koskoca Ingilizler onlara yenilmisti, Hirvatlar kupayi alma yolunda Turkiye’yi iyi bir farkla yenmeliydi simdi. Isyerindeki Ingilizler, zor bir mac olacak ama belli mi olur belki son dakika yapariz birseyler yorumlarima karsi unutun bu hayalleri Hirvatistan’a karsi hic sansiniz yok deyip kestirip attilar hep. Gruptan cikmak bizim icin basariydi ve favori Hirvatistan’a yenilsek de olurdu, ama onlarin bu tavirlari beni cildirtmisti. Sadece bizi kucumsemelerinden utansinlar diye cok istedim yenelim Hirvatistan’i.

Ve yendik de. Yine son saniyelerde gelen muthis bir golle. Yine inanilmaz dediler, yine Turkler sansli, yine ortada teknik ve izlenecek birsey yok dediler, Hirvatistan cok iyi oynadi dediler, futbolcularini ovduler, bizimkilerle dalga gectiler, onlarin golunden sonra maca bitti gozuyle bakip Almanya Hirvatistan macindan ve Hirvatistan’in Almanya’yi rahatlikla gececeginden bahsettiler; ama mac sonunda dedikleri bir sey daha var ki, o da unutulmasi gereken gereksiz bir maci unutulmaz yapti Turkler!

Hollanda ve Italya da elendikten sonra, Ispanya da olmasa sampiyonada seyredilecek birsey kalmadigini yazdilar. Bizde zaten teknik yok, kabiliyet de yok, bu sefer cezali ve sakatlar yuzunden futbolcu da yok; Almanya gozu kapali alir bu maci Ingilizler’in gozunde. Yine de beni sevindiren boyle kesin hukumlere varip sonra da cekinip yine de belli olmaz diye yarim agizla da olsa emin olamamalari nihayet. Hadi Turkiye! Bu aksam da sustur kendini begenmisleri, bizi kucumseyenleri…

1 Haziran 2008 Pazar

İspanya'dan Notlar

Aralık sonunda gittiğimiz Granada'da gece öğrencilerin takıldığı ucuz bira bulunan bir bara girdik. Ucuz biranın yanında tabak dolusu tapas geldi, Türk usulu çerez gibi. Barda müzik de vardı, ama radyodan. Hatta barmen arada beğenmediği şarkı çalınca gidip kanal değiştiriyordu cızırtılar arasından :)

Madrit'te akşam en işlek caddede gezerken yan sokağın birine gözümüz takıldı. Yüzlerce insan sokakta dikilmiş hafif yukarıda bir yeri izliyorlar. Ne oluyor ne var diye koşturup gittik. Konser mi, ünlü biri mi, gösteri mi nedir merak ettik. Alışveriş merkezi süslenmiş yeni yıl için meğer, insanlar da durmuşlar onu izliyorlar. Şaşılacak şey. Çerez, tatlı, balon satanlar da iş yapıyor hani inanılacak gibi değil. Akmerkez'in önünde Akmerkez'e aval aval bakan yüzlerce kişi düşünün ki bütün caddeyi kaplamışlar bir de!


Yine Granada'da, kiraladığımız arabayla şehir merkezini bulup otelimize giden yolu haritadan kavga dövüş ararken, yanımıza bir motorsiklet yanaştı kırmızı ışıkta. Camı çalıp, "Turist info, English, German, Italian...." diye bir kaç dil sıraladı. Adama nereye gittiğimizi ve otelimizin adını söyledikten sonra bize yolu tarif etti yol ortasında ve bastı gitti. Rüya gibiydi. Gerçek miydi, biz mi uydurduk; emin değiliz.

Seville'de ara sokaklarda bir müze araken yanımızdan tekerlekli ofis sandalyesi iten bir kadın geçti. Sandalye üzerinde alışveriş poşetleri doluydu. Şaşırıp kaldık.

Seville'de minik otelimize girdik, odamıza çıktık. Ben odayı beğenmedim, mümkünse başka odaya geçelim dedim. Aşağıya inip minik asansörle, resepsiyondaki kıza rica ettik, kız da başka bir odanın el kadar kocaman ve bardak altlığı kadar ince olan anahtarını verdi. Asansöre sıkışıp tekrar yukarı çıktık ve tam inecekken asansörden, elimden anahtar kaydı ve o minik asansörün daracık kapı aralığıyla kat arasındaki 1 cm'lik boşluğa girip aşağıya düştü. Hadi be dedik şansımıza. Kıza, başka anahtarı var mı oadanın diye sorduk tabii. Kız da aman bunu da kaybetmeyin diye bizle dalga geçti.

Seville flemanko dansının izlenmesi gereken bir yermiş. Çok turistik olmayan otantik bir yerde güç bela ertesi geceye bilet bulup, dansın başlamasına saat kala binaya gelip önümüzdeki 60-70 kişilik kuyruğa girip beklemenin sonunda, yerimize oturduk. Harika bir dans ve müzik başladı. Gözlerimizi alamadık sahneden ve karşımızda oturan Italyan aileden bir de. (sırada önümüzdelerdi ordan biliyorum İtalyan olduklarını) Babaanne, dede, baba ve çocuk fosur fosur uyukladı, anne ve diğer çocuk dansı izlerken. O kadar alkışa ve dans pabuçlarının çıkardığı seslere bana mısın demediler, ağızları bir karış açık uyudular en ön sırada hem de. Biletler de ucuz değildi hani.

Seville'de yine. Sokakta gezen alışverişçi insanlar çok yaygın. Dededen toruna herkes sokakta. Bir bebek arabası, içinde annesi kim ayırt edemeyecek kadar minicik bir bebek. Dedeyle baba hoppala kaldırdılar arabayı, çocuğa vitrindeki bibloları gösteriyorlar. Garip!

15 Mayıs 2008 Perşembe

Medeni Toplumlarda Ter Kokusu

Yaz da yoldayken, kiyafetler degismeye baslamisken, ilik havalarda pufur pufur incecik elbiseler, gomlekler, sortlar, etekler... Ne de guzel su yaz!

Londra yazi bir haftadir sehiri kasip kavuruyor. Ogle tatillerine yemege parka kosturuyoruz is yerindekilerle. Parkta kimler mi var? Cogu ogle tatilinde olan calisanlar, cocugu-kopegi olanlar, bikini-mayosunu kapip gelenler. Cimlerde bos yer bulmak imkansiz ne hafta ici sehrin gobeginde, ne hafta sonu sehir disinda.

Bugun yemek yerken bir Fransiz arkadas yaninda oturan birinden kokuyor diye bahsetti. Sicaklar geldi ya, dedim. Kokan kisi icin, ise gelirken de epey bir yuruyormus yolda dedim. Hani bizde de otobuse binersin kokudan duramazsin, is yerinde 5 kisiden ikisi kokar falan, masumane savunmaya gectim. Polonyali kizlar atladi lafa, "Ne demek sicak, ne demek yuruyor ise, bunlar bahane degil kokmak icin" dediler. Ben de dogru haklisiniz da hergun mu kokuyor dedim, Bu sefer de "ya bazi insanlar haftada bir dus aliyormus gercekten varmis boyle insanlar, bu da oyledir belki" dediler. Tabii bu bizim de millet olarak 2 gunde bir dus alma huyumuz olmadigini aklima getirdi, utandim sustum... Ingilizlerden biri demez mi, benim eski isyerimde biri boyle kokuyordu. Sikayet ettik, bir haftada bahane bulup isten cikardilar" diye. Vay be dedim. Acaba egitim boyle mi olmali. Belki de medeniyetin anahtari bu.

O insan ter kokarak etrafindakileri rahatsiz edemez, ederse cezasi var: toplum disina atilir. O insan sehirde is muhitinde bir parkta bikinisini rahatca giyer ve etrafindakiler onu rahatsiz edemez, ederse cezasi var: toplum disina atilir. O insan sigarasini yakip dumaniyla baskalarini rahatsiz edemez, ederse toplum disina atilir. Cezayi veren kim? Toplum. Medeniyet bu demek ki, cezayi devletin onun bunun vermesi degil, toplumun kendisinin vermesi. En guzel ceza bu olsa gerek. Tabii o toplumun da sesinin cikmasi gerek!

28 Nisan 2008 Pazartesi

Salzburg Notlari

Salzburg’u masal sehir olarak duymustum baskalarindan, ve tabii bir de Mozart’in dogup yasadigi yer oldugunu biliyordum. Aksam karanliginda vardigimiz icin Old City denilen bolgeye gittik en hareketli yeri olur diye. Birkac restoran ve Irish Pub disinda acik bir yer kalmamisti. Belki turist sezonu henuz acilmadigindan ya da Nisan ayi Cuma aksami 10 sulari dahi olsa insanlar erken yatip erken kalkmayi tercih ettiklerinden. Garip ama gercek ki yerli biralarindan birini Irlanda barinda ictik.

Rahatlikla yuruyerek gezdigimiz sehirde ogle vakti olmadan, tirmanmayi secerek Salzburg Kalesi’ne cikip muthis sehir manzarasina doyduk. Asagiya funikuler aracla inip Katedral ve kiliseler arasinda, arada magazalara da bakarak gezindik. Bize biraz pahali geldi kilik kiyafet acisindan. Mozart’in evinin altindaki Italyan kafesinde guzel bir kahve icip gezimize devam ettik. Kucuk bir yer oldugundan defalarca koprulerden gecmek durumunda kaliyorsunuz. Universitats Platz’ta yerli bir pazara denk geldik. Meyve, sebze, cicekler, likorler, ekmekler, kosebasi muzikleri… Imbergstiege denilen tepeye aksam gun batiminda cikip bu kez de kaleyi izledik karsi yamacindan sehrin. Salzburg’a gidip de olmazsa olmazlardan dolayi aksam Mozart eserlerinden olusan yaklasik bir saatlik bir piyano dinletisine gittik St Peter kilisesinin avlusunda. Avusturya yemekleri de, stroganof gibi , menumuzdeydi.

Ertesi sabah Mozart’in dogdugu evi gezdik henuz kalabalik baslamadan. 5 yasinda ilk konserini verip de 35 yasinda olmesine ragmen dunya kadar eser birakmisti geriye ve omrunun 1/3’unu konser vermek amaciyla sehirden sehire giderken yolda harcamisti. Sehrin disina cikmak istedik birkac saatligine de olsa dag havasi alalim dedik. Gardan 6 nolu otobuse binip Parsch’ta indik, ve turist ofisindeki bayanin vermis oldugu yurume rotalarindan birini secip yaklasik 800m dolana dolana tirmandik. Bizim rotamiz en basit olmasina ragmen cikarken epey zorlandik ve inisimizle birlikte 4 saati buldu gezimiz. Karli daglar, yesilin her tonu agaclar, ucgen catili masal evler ve tertemiz hava yorgunlugumuza degdi. Donunce nehir kenarindaki tarihi otelin bahcesinde nehre ve aksam gunesine karsi limonatalarimizi ictik serinlemek icin. Museumplatz meydanindaki Café Republic’te muthis bir aksam yemegi yedik ve ilk gece nasil oldu da orayi bulamadik diye hayiflandik. Gorunuse gore hemen her aksam canli muzik olan oldukca popular bir mekandi.

Havaalaninin sehre yakin olmasi harika birsey. Rahatlikla ucagimiza yetistik hatta alisveris bile yaptik. (Keman sekli siseli farkli meyve likorleri aldik)

Kaldigimiz otel eski olsa da kahvalti servisi mukemmel idi. Ekmeklerinin cesitliligi ve genclerin coklugu dikkatimizi cekti. Universite sehri idi ayni zamanda. Kayda deger sayida Turk’un de Salzburg’ta olacagini dusunmemistim desem yalan olmaz… Avrupa Birligi bahane, Turkler Cinlilerden sonra her yere giden ikinci ulus olsa gerek…

8 Nisan 2008 Salı

Go to Turkey!

Summer is coming in this part of the world, and “go to Turkey ad” is being shown on telly at nights.

It’s good, I mean let’s go to Turkey. It’s warm, it’s one of the most hospitable countries, it’s sunny, it has lots of ancient places to see, it has many different dishes to taste, it has plenty of clean and stunning beaches to lie down and rest, it is turquoise, and it is the one country in the world connecting two continents and different cultures.

Let’s go to Turkey, but do not spend whole your days in the hotels all inclusive, spare a few days to explore some local restaurants & food and locality. Don’t be afraid of the people, they’re really hospitable mostly; of course a few of them could try to cheat you, but nowadays which country is safe 100% ? If you are respectful to their traditions, places and beliefs, be sure they’re going to be helpful and regardful to you, too.

If you like the beach and sea holiday, go south where you wouldn’t want to get out of turquoise coloured sea. If you want to see some history plus the others go west, where you’ll be surprised to see that such thousand years of history can still be erected. If you don’t like swimming, but love history and night life, go to Istanbul, you won’t be regretful never ever. If you prefer to stay away from hot, go north rainy, cool, mountainous and green Karadeniz, where you’d be full of drinking tea, eating nuts and seeing stunning views. If you want hot days and cool nights, but dislike seaside go to Kapadokya, where peri bacalari (fairy chimneys) are waiting for you magnificently. If you want to have a gastro holiday, don’t miss Gaziantep, where you’ll find the best kebabs and baklava in the world.

Have a go, if you haven’t before… Go again; surely you missed some of them…

11 Mart 2008 Salı

İngiliz Milletvekilleri

Bugün işten dönerken sokakta dağıtılan gazetelerden birini aldım trende okumak için. 3. sayfa haberi örnek olacak bir olaydı.

Milletvekillerinin ofis harcamaları haftalık 250 sterling imiş, ama karar alınmış ve 50 sterling'e düşürülmüş. Ayrıca vekillerin harcamalarına sınırlandırma getirilerek bir kerede 25 sterling'in üzerinde olanlardan belge (fiş-fatura) istenecekmiş bundan böyle.

Düşündüm de biz Türkiye'deki vekillerin nerelere ne kadar harcadığını biliyor muyuz diye? Ya da böyle bir haber, eğer iletişim özgürlüğü varsa, neden yapılmıyor araştırılmıyor diye...

17 Şubat 2008 Pazar

Ispanaklı Börek (Pastry with Spinach)

I wasn't well last week, so I couldn't go to the office and stayed at home. Then I was bored because of sitting useless, and I realized that I had some yufka in the fridge which I had spared for later use.

For this delicious pastry, you need spinach, cheese, 3 pieces of yufka (thin sheet of dough), some liquid oil, 2 eggs, a glass of milk, sesame, black seed, salt and ground pepper.

You can use frozen spinach balls, and if you are looking for a yufka, you should visit one of the Turkish Food Centres or this kind of small corner shops.


After you washed spinach and chopped it into small pieces, put it in a pan with a spoon of water and wait until they cook them for 10 minutes. Add plenty of cheese, salt and ground pepper. Then mix them well. In the meantime prepare a mixture with an egg, a glass of oil and a glass of milk. On the other hand, lay the one piece of yufka on the oiled cooking tray and pour some liquid mixture to make it wet.

Tear the other 2 yufka and put some on the first layer, wet again. Place the spinach with cheese so that it will be in the center of yufka layers. Put the other yufka pieces and wet them again with the mixture. On the top close the first layer of yufka and wet again. Spread yolk over the top layer of yufka. Scatter some sesame & black seed. You can cut the pastry into different pieces as well.


Place in the oven 180 C degree, and wait about 30-40 minutes, until it becomes fried. Check the bottom of börek to see whether it has cooked well. Bone apatite!

7 Şubat 2008 Perşembe

İngiltere'den Evime Serzeniş

Turkiyemize gore deniz asiri ulkelerdeki yasamdan bahsetmek istedim bugun. Basbakan’in gecenlerde soyledigi “Bati’nin ahlaksizliklarini ornek aliyoruz” ilham oldu bana da.

Ingiltere’de devleti yonetenler evinden bisikletiyle ya da yuruyerek gorev yerlerine gidiyor. Ben ofisimde sade bir gorevde calisan biriyim ve sirket mudurlerinden biriyle ayni trende ise gelip gidiyorum. Onlarin korumayla gezmek icin nedeni yok, cunku ulkelerinde 1 milyon Polonyali, bir o kadar Kibrisli Yunan-Turk, milyonlarca Afrikali, uzakdogulu, Hintli, Pakistanlı, Avrupali, Amerikali, Avustralyali olmasina ragmen vatandasi olsun olmasin, herkese esit ve acik davraniyor. Alt kimlik-ust kimlik, turbanli, laik, musluman, yahudi, genc, yasli, hintce konusan, cince konusan, papaz, imam demeden ayni egitimi, ayni olanaklari, ayni maasi vs. sunuyor ulkesinde yasayanlara. Kurallara uymayan bir Ingiliz de bir Italyan da bir Hintli de ayni muameleyi goruyor yargi organlarinda. Guney bolgesine 500 tren ilavesi oluyorsa, 200 tren de kuzeye gonderiliyor. Adi skandala karisan, devleti dolandirmaya calisan henuz haber televizyonlara yansimadan istifa ediyor. Prens dahi askeri egitimini aliyor, nedense bizim ulkemizi yonetenlerin ogullari hep curuk cikiyor is askere gitmeye gelince.

Televizyonlarinda aptal yarışma programlari da var ama bir o kadar da belgesel eksik degil. Hatta eskiden bizde de vardi, tarımı geliştirmeye yönelik programlar ovulmekte yine. Halkin sevdigi ünlüler faydali, insanlara ders veren programlar yapmakta. Diziler en fazla 1saat suruyor; insanlarin beyinlerini curutmemek icin. Futbol maclarina ailecek gidiliyor, bir zamanlar fanatiklikleriyle ün yapmis taraftarlardan simdi eser yok. Trafikte herkes saygili, korna sesi haftalarca duymadigimiz oluyor. Rant pesinde kosan belediyeciler olmadigindan minibusler de yok trafik de. Her 3-5 sokakta bir park var; içki içilmesi sokakta serbest olmasina ragmen parkta – yerde bir tek boş şişe yok. Her sabah-aksam bedava gazete dagitilmakta insanlar okusun, okusun, okusun diye. Halbuki peygamberimiz bize demis “OKU” diye. Cocuklara okulda once resim, muzik, dans ogretiliyor. Evlerde bulasik makinasi, LCD Tv yok, buna karsin ailecek gidilen yurt ici – yurt disi tatilleri var. Vergi kacirma yok, gercekte milyar maaslar verip, “burada asgari ucret odenmekte” yazan tabelalar yok. Verilen brut maas, maasina gore vergi devlet tarafindan kesilmekte. Tabii bu vergiler sehri guzellestirmekte. Kopruleri, trenleri, anitlari, festivalleri ile halka geri donmekte. Haftalarca suren Hint, Afrika, Cin panayirlarinda kimse gelip sorun cikarmamakta bir digerinin kulturune, tarihine veya gelenegine.

Bence sorun halkin yanlis ahlaklari almasinda degil, halka dogru ahlaklari verememekte. Asil sorun baska yerde.

25 Ocak 2008 Cuma

Sigara Yasaklari

Turkiye’de sigara yasagi olayinin buyutulmesini anlamak zor degil. Sevgili ulkemizde her istedigimizi, istedigimiz yerde yapmaya oyle cok alismisiz ki, insanlar hoppala nerden cikti ki bu yasak dediler.

Yalan degil. Herhangi bir koseye copumuzu birakmak, yolda yururken canimiz istediginde tukurmek, sigara izmaritini firlatip yere - denize atmak, bir gece vakti ozgurce duvar kiyisina isemek, balkondan asagidakileri dusunmeden hali silkelemek, trafikteyken girilmez yazan yollara girmek, elimiz oramizda buramizda karistira karistira sokak ortasinda yurumek, karsidan gelen istedigin insana carpip bir de kufur etmek, kalabaliktan istifade edip bayanlarin bir taraflarini ellemek, daha kim bilir unuttugum neler neler var. Diyorum ki biz Turkler'den ozgur millet, Turkiye’den ozgur bir ulke yok bu hal ve davranislarda. Elbet sigara yasagi icin de simdiden “aman bana ne diledigim yerde icerim” diyenler vardir. Elbette bunlara goz yumacak restoran, café, bar, kahvehane sahipleri de vardir. Kimseden korkusu, cekincesi olmayan biz Turkler bakalim daha ne yasaklari ne zamana dek gormezden gelecek?

Ingiltere’de kapali yerde sigara icme yasagi 01.07.2007’den itibaren uygulanmakta. Ingiliz pub sahipleri arada bir aglamakta, musterimiz azaldi diye; ama toplum kurala buyuk bir ciddiyetle uymakta. Uymayanlar toplum tarafindan derhal sikayet edilerek gerekli ceza herkesin onunde aninda kesilmekte.

Kutahya Otagari’nda kapali bolumde “Sigara Icmek Yasaktir, Kurala Uymayanlar x YTL ile Cezalandirilacaktir” diye kocaman bir tabela, altinda 2 genc 25-30 yaslarinda bir guzel sigaralarini tutturmekte. Etrafa baktim kimse sikayet etmiyor mu diye, tum firma calisanlarinin ellerinde yanan sigaralar var. Sanki havaalanlarindaki sigara icme odasi. Kurala uyan yok, sigara yasak yaziyor lutfen icmeyin diyen yok, ceza kesen yok. O zaman bu yasaklar insanlara degil de kime?